Ana içeriğe atla

Kutsal Kitap, Genç Dünya Yaklaşımı ve Evrenin Yaşı

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı”

Yaratılış 1:1

‘‘Sonuç olarak, hiç kimse, hayale kapılıp kendini bilmez bir şekilde, Tanrı Sözü Kitabı’nın ve Tanrı’nın İşleri Kitabı’nın kutsallığını ve felsefesini tam olarak anlayabileceğini düşünüp savunmasın; bunun yerine, iki alanda da bitmek bilmeyen bir kendini geliştirme çabasına girişsin.’’
Francis BACON

XX. yüzyıla gelene kadar birçokları tarafından materyalist felsefenin bir uzantısı olarak evrenin bir başlangıcı ve sonu olmadığı düşünülüyordu. Materyalist felsefeye göre, sadece ve sadece madde gerçekti. Madde dışında hiçbir şey yoktu ve madde ezeli ve ebediydi. XX. yüzyılın önemli düşünürlerinden Bertrand Russell ‘İşte evren, karşımızda duruyor ve hepsi bu!’ derken aslında anlatmak istediği tam olarak buydu. Materyalist felsefenin bir yan ürünü olarak önerilen evren modelinde, evren statik halde varlığını sürdüren bir yapıydı. Sonsuz evren modeli varlığını Big Bang yani Büyük Patlama teorisinin ortaya konmasına kadar sürdürdü. Fakat Büyük Patlama teorisi ile birlikte her şey değişecekti.

Bir pazar günü hem dinlediğim vaazın içeriğinde ve hem de ibadet sonrası vaiz ile yaptığım sohbet esnasında ilginç bir açıklamaya şahit oldum: “Büyük Patlama kuramı Kutsal Kitap ile çelişmektedir.” Bu açıklama beni hem şaşırttı, hem de düşündürdü. Bu yaklaşım aslında genç dünyacı yaratılış modelini benimseyenlerce kabul edilen açıklamalardan birisiydi. Kendi sitelerinde yayınladıkları bir videoda Astrofizikçi Dr. Jason Lisle şu açıklamayı yapıyordu:

“Birçok kişinin bana sorduğu sorulardan birisi şudur: ‘‘Büyük Patlama hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu Tanrı’nın yaratılış modeli olabilir mi? Bu kuram Kutsal Kitap ile uyumlu mudur?’’ İnsanların bu soruyu sormak zorunda kalmaları biraz üzücü. Çünkü bu gösteriyor ki insanlar Büyük Patlamanın ve Kutsal Kitap’ın ne söylediğini gerçekten anlamıyorlar. Büyük Patlama ve Kutsal Kitap birbirleriyle açık ara uyumlu değildir. Aslında bu ikisi birbirine rakiptir. Büyük Patlama bu evrenin nasıl varlığa geldiği konusunda natüralist (doğalcı) bir açıklamadır. Oysa Kutsal Kitap bize Tanrı’nın evreni doğaüstü bir şekilde yarattığını söyler. Bu ikisi ile ilgili detayları karşılaştırabilir ve birbiri ile çeliştikleri birçok farklı nokta bulabiliriz. Örneğin, Büyük Patlama evrenin doğal bir şekilde yaratıldığını söyler. Oysa Kutsal Kitap evrenin binlerce yıl önce açıkça doğaüstü bir şekilde yaratıldığını söylerTanrı evrende bulunan her bir nesneyi özel olarak yaratmıştır. Büyük Patlama evrenin milyarlarca yıl önce, Kutsal Kitap ise açık bir şekilde 6 günde yaratıldığını söyler. Bu binlerce yıl önce olmuştur. Zaman ölçeği tamamen farklıdır…”[1]

Belki bu düşünce yapısı günümüzde birçok Hristiyan’ın benimsediği sarsılmaz bir iman ikrarı olabilir. Belki siz de böyle düşünüyor olabilirsiniz. Fakat Kutsal Kitap’ın kendisi bu konuda bize ne söylemektedir? İşin asıl can alıcı noktası budur. Dikkatli bir şekilde ele alınması gereken bu soruya verilebilecek doğru ve tutarlı yanıtın, konuyla ilgili spekülasyonların ortadan kalkmasına ve Kutsal Kitap’ın gerçekte ne anlattığı ya da anlatmadığı konusunda bize yardımcı olacağını düşünüyorum.

Tarihten Bir Ders

Sorunun yanıtına geçmeden önce tarihten çıkarabileceğimiz önemli derslerin olduğu kanaatindeyim. Roma Katolik Kilisesi ve Galileo arasında yaşanan hadiseyi tarih kitaplarında okuruz. Aslında tartışma Nikolas Kopernik’in önerdiği model ile başlamakla birlikte Galileo Galilei ile zirveye ulaşır: ‘‘1616 yılının şubat ayında Kutsal Makam, Kopernikçi iki ifadenin – güneşin durağanlığı ve dünyanın hareketi- dine uygun olup olmadığına karar vermesi için bir danışma komitesi atadı. Komite, birincinin ‘[doğal] felsefeye göre aptalca, saçma ve açık bir şekilde (…) Kutsal Kitap’ı karşısına aldığı için resmî olarak din-dışı’, olduğuna karar verdi. İkincisi ise, doğa felsefesi açısından aynı hükmü yedi ancak, teolojik açıdan biraz daha olumsuzluk (‘inançta yanlışlık’) barındırıyordu.’’[2] Kısacası Kopernik’in güneş merkezli modelinin öne sürülmesinden yıllar sonra, Kutsal Kitap ayetlerini Aristo ve Ptolemy (Batlamyus) kozmolojik modeli ışığında yorumlayan Katolik Kilisesi, bu görüşü Kutsal Kitap ile çeliştiği gerekçesiyle reddetti.

Kilisenin bu konuda referans aldığı ayetlere aslında hepimiz aşinayız. Mezmurlar’da ya da diğer ayetlerde geçen ‘dünya sağlam kurulmuş sarsılmaz’ ya da güneşin doğuşunu ve batışını ifade eden ayetler referans gösterilerek dünya merkezli bir kozmoloji savunulmuştur.[3] Bugün hemen hemen hiç kimse dünya merkezli kozmolojiyi benimsememektedir. Çünkü elimizdeki kanıtlar bize güneşin dünyanın etrafında değil dünyanın güneşin etrafında döndüğünü açıkça göstermektedir. Hristiyanlık karşıtı kesim tarafından bu olay maalesef –çok fazla yanlış bilgi ile birlikte- inanç ve bilimin birbirine karşıt, iki zıt kutup olduğunun dile getirilmesinde kullanılmaktadır. 

Yukarıda kısaca belirttiğim gibi Kutsal Kitap’ın dünya merkezli kozmoloji modeli ile harmanlanmış yorumu, Kilisenin Galileo’nun kozmolojik modeline –Kutsal Kitap ile çeliştiği gerekçesiyle- karşı çıkmasına neden olur. Peki, Kutsal Kitap bize gerçekten dünya merkezli bir kozmolojiyi sunuyor ya da dayatıyor mudur? Tabii ki, hayır! Bu noktada Hristiyan ilahiyatının önemli bir parçası olan ‘yorum bilimi’ ön plana çıkmaktadır. Çünkü Kutsal Kitap’taki ayetleri nasıl doğru bir şekilde anlamalıyız noktasında yardıma ihtiyacımız vardır. Gelileo da buna dikkat çekerek 1615 yılında şöyle yazmıştır:

‘‘… iki gerçeğin (Kutsal Kitap ve bilim) birbirleriyle çelişki içinde olmaları mümkün olmadığına göre, kutsal yazıların gerçek anlamlarını ortaya çıkarmak, bilge yorumcuların görevidir. Bunların, fiziksel sonuçlarla uyum içinde olacakları tartışılmaz bir gerçektir.’’[4]

Bu önemli tarihsel hadiseye atıfta bulunma nedenim Kutsal Kitap’ı okuma, anlama ve yorumlama konusunda ciddi bir çabanın gösterilmesinin çok önemli ve zaruri olduğunu düşünmemden kaynaklanmaktadır. Kutsal Kitap’ı aceleci ve özensiz bir şekilde yorumlamanın bedelinin sonuçlarını maalesef Galileo hadisesinde görmekteyiz. Aslında Kilise Babalarından Aziz Augustine bu konuda kiliseyi uzun yıllar önce şu sözlerle uyarmıştır:

“Kutsal Yazılar’da, ileriyi görme gücümüzü aşan ve çok anlaşılmaz olan konuların ele alındığına ve inancımızın önyargıları olmadan çok farklı şekillerde yorumlanabilecek bölümlere rastlarız. Bu tür durumlarda, aceleyle karar vererek bu konularda süregelen tartışmalarda belirli bir safta yer almaktan kaçınmalıyız. Çünkü gerçek arayışındaki ilerlemeler bu kararımızı geçersiz kılarsa, biz de düşeriz.”[5]

Kutsal Kitap’ın bizlere ne söylediğinin doğru bir şekilde anlaşılması için dikkatli bir çalışmanın yapılması gerektiğini düşünen bir kişi olarak, bu yazı boyunca amacım yorum bilimi ya da Yaratılış kitabının farklı yorumları üzerinde durmak değil. Fakat ‘genç dünyacı’ görüşü savunanların benimsediği türden bir birebir (literal) yorum anlayışının benimsenmesi durumunda bile, Kutsal Kitap’ın bize genç bir evren modelini dayatıp dayatmadığını tartışmak olacaktır. Zira Büyük Patlama ve Kutsal Kitap’ın birbiri ile çeliştiğini söyleyenlerin vurguladıkları ifadelerden ikisi yukarıda da gördüğümüz gibi ‘Büyük Patlamanın doğal bir açıklama’ ve ‘milyarlarca yıl süren uzun bir süreç’ olmasıdır.

Kutsal Kitap’ın Büyük Patlama ile çeliştiğini, ikisinin birlikte uyumlu olmadıklarını söyleyen iddiaları cevaplamaya geçmeden önce şunu söylemem belki faydalı olabilir. Büyük Patlama kuramı şu anda teorik ve gözlemsel olarak birçok kanıt ile desteklenmektedir. Örneğin, Rus matematikçi Alexander Friedman ve Belçikalı astronom George Lemaitre, Einstein’ın teorisini temel alarak geliştirdikleri modelde, bu kuramı matematiksel açıdan temellendirmişlerdir. 1929’da Amerikalı astronom Edwin Hubble’ın uzak galaksilerden gelen ışık spektrumunun sistemli bir şekilde kırmızı ucuna kaydığını göstermesi, 1965’te kozmik fon radyasyonunun keşfi Büyük Patlamanın en büyük kanıtları olarak gösterilir. Bunlara ek olarak helyum gibi hafif elementlerin çokluğunun en iyi açıklaması Büyük Patlama kuramıdır.[6] Tabii ki standart Büyük Patlama kuramı birçok açıdan değişime gereksinim duyacaktır. Fakat görünen o ki nasıl bir değişime tabi olursa olsun yukarıda ifade edilen çelişki iddiası varlığını sürdürecektir.

İlk olarak, doğal bir süreç olmasıyla ilgili eleştiriyi ele alırsak şunu sorabiliriz: bir süreci doğal ya da doğaüstü yapan nedir? Bir açıklamanın doğal olaylara dayanıyor olması, onun Tanrı’dan bağımsız gerçekleştiğini gösterir mi? Bence doğal süreç ile ilgili bu argüman çok tutarlı ve güçlü değildir. Çünkü bir süreci doğaüstü yapan şey onun doğaüstü failidir. Bu açıdan bir şeylerin yokluktan varlığa gelmesi pek de doğal bir hadise değil gibi gözükmektedir. Burada açık bir şekilde ifade edilmemiş -özellikle de doğaüstü konsepti ile ilgili olarak- olan bazı varsayımlar vardır. Bununla birlikte Büyük Patlama kuramı adı üstünde bilimsel bir kuramdır. Dolayısıyla doğal bir açıklama olması çok da şaşırtıcı olmamalıdır.

Günümüzde bazı Hristiyanlar tarafından, yukarıda Dr. Jason Lisle’den yapılan alıntıda da net bir şekilde görüldüğü gibi,  Kutsal Kitap’ın bize evrenin yaşı konusunda sadece binlerce yıllık (taş çatlasa 20.000 yıllık) bir süre verdiği ve tarih boyunca Yaratılış kitabının da böyle bir zaman dilimi içerisinde anlaşıldığı öne sürülmüştür. Şimdi artık bu varsayımları detaylı bir şekilde ele alma zamanı geldi.

Yaratılış 1 ve Kilise Babaları

The City of God (1-10) (Vol. I/6) (The Works of Saint Augustine: A  Translation for the 21st Century): Saint Augustine, William Babcock  (Translator), Boniface Ramsey: 9781565484542: Amazon.com: Books

Öncelikle ikinci varsayımdan yani tarih boyunca Yaratılış kitabının da kısa (10.000-20.000 yıl) bir zaman dilimi içerisinde anlaşıldığı varsayımından başlayacak olursak, kilise tarihi boyunca Yaratılış kitabını farklı ele alan kilise babaları olmuştur. Örneğin, ‘Dialogue with Tryho’ adlı kitabında Justin Martyr ve ‘Against Heresies’ adlı kitabında Irenaeus, Yaratılış 1. bölümde bahsedilen günlerin, Mezmur 90:4 ve 2. Petrus 3:8 gibi ayetlerin ışığında uzun çağlar olabileceğini öne sürmüşlerdir. Irenaeus Yaratılış kitabının bu şekilde yorumlanmasını Yaratılış 2:7’deki ‘İyiliği ve kötülüğü bilme ağacından yediğin gün kesinlikle ölürsün’ diyen Tanrı’nın uyarısına uygulamıştır. “Yedikleri o ve tek günde onlar öldüler… O (Adem) binlerce yılı aşmadı ama kendi zaman limiti içerisinde öldü.[7] IV. yüzyılda yaşamış kilise babası Augustine de ‘The City of God’ adlı kitabında Yaratılış 1’deki günleri anlaşılması zor bularak şöyle demiştir: “Bu günlere ilişkin olarak, bu günlerin ne anlama geldiğini kelimelerle açıklamak bir yana dursun, bu günleri düşünmek zor, hatta belki  de imkansızdır.[8] Kısacası kilise tarihi içerisinde Yaratılış kitabındaki zaman kavramını farklı yorumlayan kilise babaları olmuştur.

Binlerce mi Milyarlarca Mı?

İlk varsayıma yani Kutsal Kitap’ın bize evrenin yaşı konusunda sadece binlerce yıllık (taş çatlasa 20.000 yıllık) bir süre verdiği varsayımına döndüğümüzde ise şu soruyu sorabiliriz: Kutsal Kitap gerçekten bizi 10.000 ya da 20.000 yaşında bir evren ve dünya görüşünü kabul etmek zorunda bırakmakta mıdır? Öncelikle Yaratılış kitabının özellikle ilk bölümlerinin nasıl anlaşılması gerektiği hususunda farklı yorum ve görüşlerin bulunduğunu, fakat bunun bu yazının amacını aştığından ötürü bu makalede ele alınmayacağını bir kez daha hatırlatmak isterim. Uzun bir girişin ardından, Kutsal Kitap’ın evrenin ve dünyanın yaşına ilişkin ne söylediğini birlikte incelemeye çalışalım.

XVII. yüzyılda İrlanda başpiskoposu James Usher yaratılışı M.Ö. 4004 olarak tarihlendirmiştir. Yaratılışa ilişkin bu tarihlendirme aslında Yaratılış 1. bölüme değil daha çok 5. ve 10. bölümlere dayanmaktadır. Adem ve Nuh, Nuh ve İbrahim arasındaki yıllar ile bu soyağaçlarındaki erkeklerin yaşları ayrı ayrı eklenerek yaratılıştan bu yana toplam ne kadar zaman geçtiğini hesaplamayı ummuşlardır.[9]

Saygın bir Eski Antlaşma Profesörü olan John Sailhamer’ın da belirttiği üzere yaratılışın tarihini belirlemek için benimsenen bu yaklaşım aslında iki hatalı varsayıma dayanmaktadır:

I. Kutsal Kitap’taki soy ağaçlarının tam, eksiksiz ve kesin kronolojiler olarak anlaşılması gerektiğini,
II. Yaratılışın başlangıcının (Yaratılış 1:1) bölüm içerisinde (Yaratılış 1:2-31) aktarılan haftanın ilk gününde meydana geldiğini varsaymaktadır.

İlk olarak Yaratılış kitabının 5. ve 10. bölümlerinde aktarılan soyağaçları kesin ve eksiksiz kronolojiler olarak tasarlanmamışlardır. Amerika’nın ünlü teologlarından biri olan Benjamin B. Warfield (d.1851-1921) soy ağaçlarında varsayılan geniş boşlukların olduğunu ve yaratılış ile İbrahim’in doğumu arasındaki aralığın 20 nesil ve 200 yıl değil bunun yerine 200 nesil ve 2000 yıl, hatta 2000 nesil ve 200.000 yıl geçebileceğini öne sürmüştür.[10]

İkinci varsayım için ise, Yaratılış 1’in İbranice metni ‘birinci’ ya da ‘ilk’ sözcüğüne sahip değildir. Bu sözcük çevirmenler tarafından eklenebilmektedir. Çoğu İngilizce çeviri (buna Türkçe çeviriyi de ekleyebiliriz) Yaratılış 1:5’teki özeti ‘… akşam oldu sabah oldu birinci/ilk gün’ diye çevirmektedir. Birinci ya da ilk gün ifadesinin kullanılması bugünden önce hiçbir günün olmadığını ima etmektedir. Bu yaratılışın ilk günüdür. Buna karşın İbranice metin şöyle der: ‘… akşam oldu sabah oldu gün bir.’ Bu haftanın ilk günü, başka bir deyişle yaratılışın ilk günü olmak zorunda değildir. O sadece basitçe ‘gün bir’ dir.[11]

Buna ek olarak Oxford Üniversitesinden Prof. John Lennox da Yaratılış 1. bölüm üzerine yazdığı kitabında, Yaratılış 1:3’te bahsedilen ‘gün 1’in Yaratılış 1:1’i kapsamadığı konusunda Sailhamer ile aynı fikirdedir. Yaratılış günlerinin her biri ‘Tanrı dedi’ diye başlar ve ‘akşam oldu sabah oldu’ ifadesi ile sonlanır. Bu da metine göre gün 1’in birinci ayette değil üçüncü ayette başladığı anlamına gelir.[12] Lennox’a göre bu durum İbranice metinde daha açıktır. Yaratılış 1:1’de kullanılan ‘yarattı’ fiili bizim dilimizde olmayan ama İngilizcedeki ‘perfect tense’e (geçmişte başlayan ve hala devam eden olaylar için kullanılan zaman) karşılık gelir. Bu kısacık metnin en başındaki ‘perfect tense’in normal kullanımı, hikaye henüz başlamadan önce meydana gelen bir olayı işaret etmektedir. Yaratılış öyküsünün zaman kipinin kullanımı ise üçüncü ayette başlamaktadır. [13]

Başlangıçta…

Kısacası ilk yaratılış, gün 1’den önce meydana gelmektedir. Fakat Yaratılış kitabı bize bunun ne kadar önce olduğunu söylememektedir. Sailhamer Yaratılış 1:1 ayetinin başlangıç kelimesi üzerinde durur. Musa’nın neden bu kelimeyi kullandığını ya da bu kelimeyi seçmekle neyi amaçladığını tartışır ve şu soruya yanıt arar: Musa’nın aklında ne tür bir ‘başlangıç’ vardı? İbranice metinde geçen ve ‘başlangıçta’ olarak çevrilen kelime ‘bereshit’ kelimesidir. Kutsal Kitap’ta bu terim her zaman belirli bir ana değil, uzatılmış, yine de belirsiz bir zaman aralığına işaret etmektedir. Bu terim zamandan önce zamandır. Zamanda bir ana değil, bir takım olayların öncesine tekabül eden bir zaman aralığına ya da periyoduna işaret eder.[14]

Genesis Unbound - Kindle edition by Sailhamer, John. Religion &  Spirituality Kindle eBooks @ Amazon.com.

Sailhamer bu görüşü Kutsal Kitap içerisinde farklı ayetler ile destekler. Örneğin, Eyüp 8:7’de ‘reshit’ sözcüğü Eyüp’ün başına kötü olaylar gelmeden önceki hayatının erken dönemlerine işaret eder. Bu zaman boyunca Eyüp gelişmiş, ailesine bakmış, bilgeliği ve zenginliği açısından ün kazanmıştır. Bu Eyüp’ün yaşamındaki belirli olmayan; ama uzun bir dönemdir. Bu kelime Yaratılış kitabı içerisinde Nemrut’un krallığının ilk yıllarını ifade etmek için de kullanılmıştır (Yaratılış 10:10). İbranice ‘reshit’ kelimesi, Kutsal Kitabın Türkçe Yeni Çevirisinde ‘ilkin’ olarak çevrilmişken, Eski Çeviride orijinal metine daha uygun bir şekilde ‘… ve onun krallığının başlangıcı’ olarak çevrilmiştir. Bu konuda not edilmesi gereken önemli nokta, Kutsal Kitap boyunca başlangıç kelimesi için kullanılan İbranice reshit kelimesi bir kralın egemenliğinin başlangıcı için kullanılan kelime ile aynı kelime olmasıdır.[15]

Kısacası yazarın zihninde başlangıç sözcüğü belirli bir an değil, süresi belli olmayan bir zaman aralığıdır. Yaratılış 1’de yazarın odak noktası başlangıç ile belirtilen zaman değildir. Yazar bu ayeti zaman açısından belirsiz bırakmaktan memnundur. Bununla birlikte bir başka ilginç ayrıntı daha vardır. Eğer yazarın amacı, bu süreyi vermek ve bu sürenin de kısa bir süre ya da bir an olduğunu belirtmek olsaydı, diğer başka İbranice kelimeleri kullanabilirdi. Aslına bakılırsa bu anlamı daha net verecek başka kelimeler mevcuttur (örneğin, rishonah ya da techillah). Eğer yazar bu kelimeleri kullansaydı o zaman ayet anlık bir başlangıca işaret edecekti.[16]

Bununla birlikte kısacık bir ek not düşersek, çoğu Kutsal Kitap uzmanının belirttiği gibi başlangıç konsepti bir ‘son’ fikrini de içermektedir. Kutsal Kitap’ın hali hazırda ilk sözcüklerinde bir eskatoloji – son şeylere ilişkin bir görüş- vardır. Yaratılış 1:1’de Kutsal Kitap’ın geride kalan kısımlarında son zamanlara ilişkin peygamberliksel görümlerde öne sürülen temel ilke şudur: ‘son şeyler ilk şeyler gibi olacaktır’ (Yeşaya 65:17; Vahiy 21:1).[17] Bu açıklama da evrenin başlangıcı konusundaki bilimsel bilgi gibi, bilimsel açıklamalar ile uyum içerisindedir. Termodinamiğin 2. yasası olan entropinin gösterdiği gibi evrendeki kullanılabilir enerjinin bir sınırı vardır. Bu da evrenin bir başlangıcı olduğu gibi, bir de sonunun olduğuna işaret etmektedir.

Yaratılış 1:1 ayetinin kısa bir analizinin ardından, birkaç noktaya daha değinebiliriz. Bunlardan ilkinde daha önce belirttiğim gibi Yaratılış 1. bölümün İbranice metni Türkçe çevirisinde olduğu gibi ‘birinci gün’, ‘ikinci gün’ değil ‘gün bir’, ‘gün iki’… demektedir. İbranice metin belirlilik ekinden (İngilizce’deki ‘the’ eki) yoksundur. Bu ek yalnızca altıncı ve yedinci günlerde kullanılmıştır. John Lennox’un ifade ettiği gibi altıncı ve yedinci günlerde belirlilik (definite) ekinin bulunması son iki günün özel olduklarını belirtir.[18]

6. gün – İnsanın Tanrı’nın suretinde yaratılması
7. gün – Tanrı’nın işini tamamlaması

John Lennox açıklamalarının devamında yaratılış günlerinin birbirini takip eden günler olmalarının zorunlu olmadığını ve bu günlerin arasında ne kadar zaman geçtiğinin de belirsiz bırakıldığını ifade eder. Ona göre Yaratılış kitabı yazarı bizi yaratılış günlerini haftanın günleri olarak değil; ama daha çok 6 yaratılış günü dizisi olarak düşünmemizi istemiş olabilir. Bu günler Tanrı’nın yeni bir şey yaratmak için harekete geçtiği normal uzunluktaki günlerdir fakat günler uzun süreli zamanlar ile ayrılmış olabilir.[19]

Özetlemek gerekirse Yaratılış kitabının yazarı daha ilk ayette ‘reshit’ ifadesini kullanarak bu eylemin ne kadar süre içerisinde gerçekleştiğine ilişkin kesin bir zaman vermeyi amaçlamamış ve bu konuda bir belirsizlik bırakmıştır. Yaratılış günleri İbranice metinde belirleyici ekinden yoksundur bu nedenle birinci, ikinci günden değil gün bir, gün ikiden bahsetmektedir. Dolayısıyla bize sıralı bir dizi vermekten ziyade yaratılış günlerinden bahsetmektedir ve bu yaratılış günlerinin arasında ne kadar zaman geçtiği konusunda da yine bir belirsizlik söz konusudur.

Uzun lafın kısası Yaratılış 1. bölümün yorumlanmasına ilişkin farklı görüşlere bakmaksızın yaratılış günlerinin 24 saatten oluşan haftanın günleri olduğunu ifade eden bir yaklaşımı kabul edip, aynı zamanda evrenin yaşlı olduğuna inanmak mantıksal açıdan olanaklı ve tutarlıdır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken iki önemli nokta vardır:

1. Metnin söylediğinden daha azını söylediğini anlama tehlikesi
2. Ayrıca metni daha fazlasını söyletmeye çalışılması tehlikesi

Başlangıçta değindiğim inanç-bilim polemiği içerisinde daha önceden düşülen hataları tekrarlamamak için Kutsal Kitap’ın söylemediği şeyleri kendi dünya görüşümüz nedeniyle ona dayatmaktan kaçınmalı ve Kutsal Kitap’ın ne söylemek istediğini daha iyi anlamak adına Kutsal Kitap’ı ciddiye alarak yazarın ne demek istediğini anlamak için dikkatli bir şekilde onu çalışmalıyız. Amerikalı ünlü reform teologlarından birisi olan Dr. R. C. Sproul’un sözleri ile yazıyı sonlandırmak istiyorum:

“Şuna kesin olarak inanıyorum ki gerçek olan her şey Tanrı’nın gerçeğidir. Ve şuna inanıyorum ki Tanrı’nın vahyi sadece Kutsal Yazılar’daki vahiy ile sınırlı değildir. Aynı zamanda Kutsal Yazı’nın kendisi, Tanrı kendisini bizim ‘doğal vahiy’ dediğimiz şekilde doğanın kendisinde de açıkladığını söyler. Bir keresinde İncil okulundaki bir hayli muhafazakar sınıfımda şunu sordum: ‘Kaç kişi Kutsal Kitap’taki tanrısal vahyinin yanılmazlığına inanıyor?’ Hepsi elini kaldırdı. Sonra şunu sordum: ‘Kaç kişi doğadaki Tanrı’nın yanılmazlığına inanıyor?’ Hiç kimse elini kaldırmadı. Esinlemeyi veren aynı Tanrı fakat onların söylüyor olduğu şey şuydu: her bilimsel teori Tanrı Sözü ile uyumlu değildir ve bu doğrudur.

Fakat tarihsel olarak, Kilise’nin özel vahiye ilişkin anlayışı –Kopernik Devrimiyle-  doğal (genel) vahiy öğrencileri tarafından düzeltilmiştir. Hem Calvin hem de Luther XVI. yüzyılda Kopernik’i bir sapkın olarak reddetmişlerdir. Günümüzde doğru öğretiye sahip Hristiyanlardan dünya merkezli modelde direten kimse var mıdır bilemiyorum. Siz öyle misiniz? Bu durumda Kilisenin vereceği cevap şöyle olacaktır: ‘Bak, biz güneş sistemi konusunda Kutsal Kitap öğretisini yanlış yorumladık ve size, bilim insanlarına teşekkür ediyoruz. Çünkü bizim yanlış anlayışımızı düzelttiniz.’ Bence bizler doğal (genel) vahiyi Hristiyan olmayan bilim adamlarından öğrenebiliriz. Onlar üzerinde çalışmış olmalarından dolayı, benim doğal vahiyi ihmal ederek elde ettiklerimden daha iyi bir gerçek anlayışına sahip olabilirler.

Dolayısıyla söylemek istediğim şey şudur ki doğal vahiye ilişkin yüce bir görüşe sahibim. Buna karşın eğer bir şeylerin sorgusuz sualsiz Kutsal Kitap’ta öğretilmiş olduğu gösterilebilirse ve bir kişi doğal vahiye dayandığını düşündüğü; ama Tanrı Sözü ile çelişen bir teoriyi bana verirse, her seferinde Kutsal Kitap’tan yana olacağım. Fakat yine de tekrar etmem gerekiyor ki ben Tanrı Sözünü hatalı yorumlamış biri olabilirim. Ama yine de bu problemle yüzleşmem gerekmez. Çünkü inanıyorum ki bu iki alan da (Doğa ve Tanrı Sözü) Tanrı’nın vahiy alanıdır ve bunlar birbiri ile uyumlu olmalıdır. Eğer doğa bilimlerinden gelen bir teori, teolojik bir teoriye karşıtsa ve ikisi birbiri ile çelişiyorsa, emin olduğum şey şudur ki birisi yanılıyor olmalıdır. Ve bu nokta da hemen bu kişinin bilim adamı olması gerektiği sonucuna balıklama atlamam. Çünkü bu kişi teolog da olabilir. Fakat aynı şekilde hemen bu kişinin teolog olması gerektiği sonucuna da varmam. Bu kişi bilim adamı da olabilir. Çünkü bizler, yanılmaz doğal vahyini yorumlayan, yanılabilir insanlarız. Ve aynı şekilde bizler, yanılmaz Tanrı Sözünü yorumlayan, yanılabilir insanlarız.”[20]


Dipnotlar:

[1] Videonun tamamını izlemek için: https://answersingenesis.org/big-bang/

[2] Ernan, McMullin, Galileo Olayı, Faraday Paper 15, 2009, s. 3.

[3] Mezmur 93:1; 104:5; Vaiz 1:5.

[4] Michael Poole, Mucizeler, Yeni Yaşam Yayınları,

[5] Augustinus, Literal Meaning of Genesis, John Hammond Taylor tarafından çevrilmiş ve notlar yazılmıştır. (New York: Newman Press, 1982), 1:41. Francis S. Collins, Tanrı’nın Dili, Yeni Yaşam Yayınları, 2008, s. 83’ten alıntılanmıştır.

[6] Lee Strobel, Hani Tanrı Ölmüştü?, Ufuk Yayınları, 2011, s. 140-141.

[7] Irenaeus, Irenaeus Against Heresies, book V, in Alexander Roberts and James Donaldson, Ante-Nicene Christian Library: Translations of the Writings of the Gathers down to A.D. 325, vol. IX (Edinburgh: T&T Clark), 118.

[8] Augustine, The City of God: Writings of Saint Augustine, vol. 14 (Ann Arbor: University of Michigan/Fathers of the Chruch, 1947), 196.

[9] John Sailhamer, Genesis Unbounded, Dawson Media, 2011, s. 35

[10] Benjamin B. Warifeld, ‘On the Antiquity and the Unity of the Human Race’ studies in Theology, Grand Rapids: Baker Books, 1981, 244.

[11] John Sailhamer, Genesis Unbounded, Dawson Media, 2011, s. 36

[12] John Lennox, Seven Days That Divided The World, 2011, s. 52-53

[13] a.g.e., s. 52

[14] John Sailhamer, Genesis Unbounded, Dawson Media, 2011, s. 42-43

[15] a.g.e., s. 42-43

[16] a.g.e., s. 45

[17] a.g.e., s. 47-48

[18] John Lennox, Seven Days That Divided The World, 2011, s. 53-54

[19] a.g.e., s. 54.

[20] http://biologos.org/blogs/brad-kramer-the-evolving-evangelical/rc-sproul-on-science-scripture-and-the-age-of-the-universe



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

%100 Hatalı: Kristolojik Bir Korkuluk

Hristiyanlık eleştirisi söz konusu olunca ülkemizde dile getirilen belirli türden ezber bazı itirazlar var. Maalesef bu itirazların büyük çoğunluğu korkuluk hatasından (straw-man fallacy) muzdarip olmaktan öteye geçemeyen türden eleştiriler oluyor. Bunlardan bir tanesini sizinle birlikte tartışmak istiyorum. Bu itiraz Kristoloji, yani İsa Mesih’e ilişkin doktrin/öğreti konusunda dile getirilen bir eleştiridir. Aslında hepiniz belki duymuşsunuzdur: “İsa %100 Tanrı ve %100 insan olamaz. Bu en basit matematik veya mantık kurallarına aykırı!” Peki bu itiraz neden korkuluk hatasından muzdariptir? Bunun en açık sebebi Hristiyanlık tarihindeki doktrinsel açıklamalara baktığımızda, yani Hristiyanlar açısından önem arz eden bildirilere baktığımızda, böyle bir ifadenin kullanılmadığını görüyor oluşumuzdur. Söz gelimi meşhur Ekümenik Konsilleri dikkatle inceleyecek olursanız %100 ifadesini görmezsiniz. Örneğin İsa’nın tabiatını tartışan Kadıköy Konsili’ndeki ifadelere bakalım… Biz … ikrar ederiz

Eski Antlaşma’da Üçüncü Günde Diriliş

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek ; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24:44–47)  Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. (1. Korintliler 15:3–4) Yukarıda görülen iki metin de Elçi Pavlus ve Rab İsa’nın kendisi Kutsal Yazılar’ın/Eski Antlaşma’nın üçüncü günde dirilişe tanıklık ettiğini söylemektedir. Müjdeler’deki diriliş anlatıları İsa’nın gerçek anlamda üçüncü günde dirildiğini doğrulamaktadır (Mat.28:6–7; Mar.16:9; Luk.24:6–7). Peki, Kutsal Yazılar’da üçüncü gün dirili