Ana içeriğe atla

Enkarnasyon Öğretisi, Mantıksal Problem ve Bir Çözüm Önerisi

Sultan IV. Murad en meşhur sultanlarımızdandır. Cesaretiyle ve yönetimdeki becerisiyle olduğu kadar, tebdil-i kıyafet yani kıyafet değiştirerek tanınmaz bir kişiliğe bürünüp şehri teftiş etmesiyle de meşhurdur. Bu gezilerden birinde, veziri ve celladı ile kıyafet değiştirip Üsküdar’dan karşıya geçmek için bir sandal kiralar. Biraz açıldıktan sonra, sandalcı testisini çıkarıp içki içmeye başlar. Padişah, kokusundan anlar. Biraz da kendisi ister. Sandalcı, ‘Fazla içme çarpılırsın’ diye takılır. Sultan biraz içtikten sonra sandalcıya, ‘Bunun yasak olduğunu bilmiyor musun?’ diye sorar. Sandalcı, ‘Biliyorum ama burada bizi kim görecek’ der. Sultan, ‘Ya biz söylersek’ diye cevap verir. Sandalcı ise, ‘Söyleyemezsiniz, siz de içtiniz’ der. Sultan, ‘Ya ben padişah, bu yanımdaki de vezir ise ne yaparsın?’ diye sorar. Sandalcı da basar kahkahayı ve der ki; ‘Ben size demedim mi, çok içmeyin çarpılırsınız diye? Bakın, iki yudum içtiniz biriniz padişah oldu, diğeriniz de vezir.’ Padişah kendi de içtiği için sandalcıyı affeder.

Bu hikâyeyi ilk olarak değerli bir arkadaşımdan duymuştum. Hikâye dikkatlice okunduğunda çok derin sorulara kapı aralayabilir. Örneğin, bu öyküyü aktaran arkadaşım bu sorulardan birisi ile bizi baş başa bırakır: Tanrı da yeryüzünü ziyaret etmek istese, ‘kıyafet değiştirerek’ gelebilir mi?


Hristiyanların iki büyük bayramından birisi olan Noel’in (Doğuş Bayramı’nın) kutlandığı şu günlerde bu soru daha büyük bir anlam ve önem kazanıyor. Aslında Noel’de bir bakıma bu sorunun yanıtını da bulmuyor muyuz? “Söz insan olup aramızda yaşadı” diye yazan Elçi Yuhanna bizlere çok açık bir yanıt sunmaktadır. Fakat herkesin bu soruya verdiği yanıt aynı değildir. Birçokları için bunun düşüncesi dahi Tanrı’ya hakaret niteliğindedir.

Sistematik İlahiyat Profesörü J. I. Packer’ın söylediği gibi “Ne çarmıha gerilme bildirisi ne de diriliş bildirisi o kadar zordur; gerçek zorluk beden alma (Enkarnasyon) bildirisindedir. Hristiyanlığın en şaşırtıcı iddiası, Nasıralı İsa’nın beden almış Tanrı olduğudur” (Packer, 2020: 49).

Aslında Hristiyanların karşılaştığı soru ve itirazlarda bunu görmek mümkündür. Eminim Doğuş Bayramı’nın içeriğini öğrenen insanların “Haşa! Nasıl olur da Tanrı’nın beden alıp yeryüzüne geldiğini söyleyebilirsiniz!” şeklinde serzenişte bulunduklarına tanık olmuşsunuzdur. Bu itirazları dikkatli bir şekilde dinlediğimizde temelde nedenlerin mantıksal ve teolojik gerekçelere dayandığını görmemiz mümkündür. Bu yazımda yalnızca mantıksal gerekçeye odaklanacak ve mantıksal probleme sunulan yanıtlardan bir tanesini paylaşacağım.

Mantıksal İtiraz


Başka bir yazımda İsa Mesih’in Saduki olarak adlandırılan Yahudi din adamları ile diriliş hakkındaki diyaloğunu ele alırken, Sadukilerin hatalı ön kabullerinin kendilerini nasıl hatalı bir sonuca taşıdığını tartışmıştım (Özçelik, 2015). Özetle Sadukilerin cennet konusunda Kutsal Yazılar açsından hatalı bir ön kabule (ölümden sonra da evlilik olacağı) sahip oldukları görülüyordu.

İlgili metine baktığımızda (Markos 12:18-27) bu hatalı varsayım nedeniyle Sadukiler’in İsa Mesih tarafından sert bir şekilde Tanrı’nın gücünü hafife almakla eleştirildiğini okuyoruz. Bu nedenle benzer bir yanılgıya düşmemek için doğru ön kabuller ile başlamanın azami bir gereklilik olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Olası iki tür itiraz söz konusu olabilir. Bunlardan biri olan mantıksal itiraz, Tanrı’nın sıfatları ile insan özelliklerinin birbirini dışlayıcı nitelikte olduğu varsayımı ile “Ezeli ve ebedi, sınırsız, her şeyi bilen, her şeye kadir gibi sıfatlara sahip olan Tanrı nasıl olur da zaman ve mekânda sınırlı bir insan olabilir?” şeklinde yapılır.

Bu konu Hristiyan ilahiyatı içerisinde Kristoloji (yani Mesih bilimi) alanında enkarnasyon başlığı altında ele alınmaktadır. Kilise tarihi boyunca bu konu (ve soru) üzerinde epeyce konuşulmuş ve tartışılmıştır. Kısa tutmayı planladığım bu yazıda çok detaylara girmeden mantıksal probleme bir yanıtın var olup olmadığını ele almak istiyorum. Bu problemi çözmenin en azından üç yolu olduğu söylenebilir. Ben bunlardan sadece bir tanesi üzerinden bir çözümün var olup olmadığını ele alacağım. Fakat öncelikle bir şeye dikkat çekmek istiyorum. Maalesef başka konularda olduğu gibi enkarnasyon konusu hakkında eleştiri getirilirken dikkatimi çeken bir nokta oldu. Bu eleştirilerin çoğunlukla ya sapkın görüşlere ya da pek taraftarı olmayan zayıf görüşlere dayalı olarak yapıldığını gördüm. Bu konuda hayal kırıklığı yaşamıyorum dersem doğruyu söylemiş olmam sanırım. Neyse problemimize geri dönelim.

Erken dönem kilisede, Kilise Babaları arasında iki ana Kristolojik düşünce ekolü ortaya çıkmıştır. Bunlar genellikle İskenderiye Kristolojisi ve Antakya Kristolojisi olarak adlandırılmıştır. Talbot School of Theology’de felsefe profesörü olan William Lane Craig’in ifade ettiği gibi, 
“Her iki ekolün de ön varsayımı, tabii türden şeylerin, onları neyse o yapan tabiatları veya özsel niteliklerinin olduğudur. Onlar Tanrı’nın mutlak kudret, mutlak ilim, ezelilik, ahlaki mükemmellik vs. gibi özsel sıfatlara sahip olduğuna da inanıyorlardı. Mesele, Üçlü-Birlik’in ikinci kişiliği tanrısal Logos’un insan olan Nasıralı İsa’da konut kurmasının nasıl anlaşılacağıdır. Kilise Babaları Enkarnasyon’un, Logos’un insan benzeyişi alması için belli ilahi sıfatlardan mahrum kalmasını gerektirmediği düşüncesinde hemfikirdiler. Böyle bir anlayış, pagan ve mitolojik fikirlere benzerdi, mesela Zeus’un kendisini bir boğaya veya kuğuya çevirmesi gibi… Enkarnasyon kavramı, Logos’un kendisini bir insana çevirmesi ve bu şekilde Tanrı olmaktan çıkması değil, fakat İsa Mesih’in aynı anda hem Tanrı hem de insan olmasıdır.” 

Fakat yukarıda bahsi geçen ‘nasıl’ sorusu yanıtsız kalmaya devam etmiştir. Bu “nasıl” sorusunun yanıtlanmasında “Tanrı” ve “insan” tabiatının doğru bir şekilde tanımlanması çok önemli ve kritik bir rol oynamaktadır. Felsefe Profesörlerinden Thomas V. Morris “The Logic of God Incarnate” adlı kitabında bu sözde mantıksal tutarsızlığın, insan doğasının tanımlanmasındaki temel bir yanlış anlaşılmaya dayandığını söylemiştir. Morris bu kördüğümün çözümünün üç önemli kavram ile ilgili daha net bir anlayışa sahip olmaktan geçtiğini söyler:

  1. Temel nitelikler karşısında temel olmayan nitelikler
  2. Temel nitelikler karşısında yaygın nitelikler
  3. Tümüyle insan olma ile tümüyle Tanrı olma arasındaki fark.

Morris’e göre temel nitelikler, kişiden/şeyden çıkarıldığında söz konusu kişiyi/şeyi özünde değiştiren niteliklerdir. Dolayısıyla Tanrı’nın her yerde olma, her şeyi bilme vb. sıfatları çıkarılırsa o zaman Tanrı artık Tanrı olmayacaktır. Bunlar tanrısal tabiatın temel nitelikleridir. Peki insanı insan yapan temel nitelikler nedir? Morris’in getirdiği çözümde anahtar nokta işte burasıdır. Bu soruyu ele almadan önce temel nitelikler karşısında yaygın olan nitelikleri ele almaktadır. Örneğin iki ele sahip olmak, beş parmağa sahip olmak, dünyada doğmak insanın temel nitelikleri midir? Morris bunların temel nitelikler değil yaygın nitelikler olduğunu ileri sürmektedir. Şimdi sorumuzu tekrar hatırlayalım: İnsanın temel nitelikleri nedir?

Mantıksal problemin kalbinde yatan nokta insanın temel niteliklerine dair yapılan tanımlamalardır. Genelde insan tanımlanırken yapılan tanımlarda, onun her şeye gücü yetme, her şeyi bilme, her yerde olma gibi sıfatlardan yoksun olmayı da içerdiği de belirtilmektedir. Bunun muhtemel nedeni etrafımıza baktığımızda gördüğümüz insan profilinin bu şekilde olmasıdır. Buna karşın yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu tür sıfatların insan doğasının yaygın nitelikleri değil de temel nitelikleri olduğunu neye dayanarak biliriz?

Morris’e göre bu dünyada yaşayan herkesin bu dünyada doğması yaygın bir niteliktir. Fakat bu sadece yaygın bir niteliktir, temel bir nitelik değildir. O zaman (Morris) şu soruyu sorar: Bir kişi her şeyi bilme, her yerde olma vb. gibi niteliklerin yokluğunun temel insan nitelikleri olduğunu ve sadece ortak nitelikler olmadığını neye dayanarak bilir?

Son olarak Morris bir bireyin, birey tümüyle insanlığa temel oluşturan tüm niteliklere sahip olduğunda tümüyle insan olduğunu tartışır. Bunlar temel insan doğasını içeren tüm niteliklerdir. Bir kişi bu niteliklere sahipse ve buna ek olarak her şeyi bilme yoksunluğu, her yerde olma yoksunluğu gibi bazı kısıtlayıcı ek niteliklere sahipse onun “sadece insan” olduğunu ifade eder. Dolayısıyla Nasıralı İsa yukarıda belirtilen kısıtlayıcı bir niteliğe sahip olmadan temel insan niteliklerine sahip olarak tümüyle insandır; ama sadece insan değildir.

Aslında burada şu soruyu sormamız gerekir: Yahudi-Hristiyan Kutsal Yazıları'na baktığımızda insanı insan yapan ayrıt edici niteliği olarak onun Tanrı’nın suretine sahip olması gösterilmektedir (Yaratılış 1:26-27). Birçok Hristiyan teolog bu tanım çerçevesinde enkarnasyonun imkanını tartışmaktadır. Örneğin teolog Anthony Hoekema bu konuda şöyle söyler: “İnsan Tanrı’nın benzerliğinde yaratıldığından dolayı, Üçlübirliğin ikinci kişisinin insan doğasını üzerine alabilmesi mümkün oldu” (Hoekema, 1986: 22).

Aslında bu teologlara göre Tanrı’nın insanı kendi suretinde yaratmasının en önemli nedenlerinden birisinin günah sorunu nedeniyle ileride insanların arasında beden alarak gelmeyi seçmesidir.

Bu konuyu biraz daha anlaşılır kılmak adına bir analojiye başvurabiliriz. C. S. Lewis’in çeşitli bağlamlarda kullandığı küp ve kare analojisinin bir benzerini L. T. Jeyachandran yapmakta ve insan kavrayışını aşan bu konuyu biraz olsun anlayabilmemize yardımcı olacak bir analoji sunmaktadır: 
“Bir küpü düşünün, iki boyutlu bir uzayda tanımlanması istendiğinde bir kare olacaktır. Dikkat edilmelidir ki o üç boyutlu uzayda hala %100 küptür. Bununla birlikte iki boyutlu uzayda ise %100 kare durumundadır. Fakat bu durum sadece kare, iki boyutlu uzayda küpün benzeyişine sahip olduğu için mümkün olur” (Jeyachandran, 2008: 236).
Tüm bu açıklamalar üzerinden Tanrı’nın bizi kendi suretinde yaratmış olmasının O’nun beden almasına yönelik mantıksal itirazları karşılayacağını söylemem mümkündür. Dolayısıyla eğer Morris’in sözünü ettiğimiz yaklaşımı bize tutarlı bir yanıt sunuyorsa ve teolojik temelde yapılan insan tanımı ile de desteklenebiliyorsa, o zaman burada mantıksal bir tutarsızlıktan bahsetmek çok zordur. Elbette şunu da söylemeliyim ki literatürde söz konusu olan başka çözüm önerileri de vardır. Ben yalnızca bir çözüm önerisini paylaşmakla yetinmeye çalıştım. Belki başka yazılarda diğer çözüm önerilerinden de bahsetme fırsatımız olur.

Son olarak üzerinde konuşulması gereken önemli bir konunun daha kaldığını söylemek isterim. Genelde Hristiyanlar Tanrı hakkında konuşurken gizem sözcüğüne başvururlar ve bu bir kaçış noktası gibi algılanır. Buna karşın Tanrı hakkında konuşurken her şeyin apaçık olmaması, teolojik ifadelerin gizem barındırıyor olmasının gayet normal olduğunu söylemeliyim. Tanrı hakkında kullanılan ifadelerden birisi O’nun aşkın olmasıdır. Aşkınlık sadece ontolojik boyutta değil epistemik boyutta da söz konusudur. Doğal teoloji veya özel vahiy, Tanrı hakkında bizlere çeşitli bilgiler sunar, fakat tüm bilgiye sahip değiliz. Bir başka şekilde ifade edersek, Tanrı’yı tümüyle kavramak imkansızdır. Augustine’in dediği gibi, eğer kavrayabiliyorsan o Tanrı değildir. Dolayısıyla Enkarnasyonun gizem barındıran bir öğreti olduğunu kabul etmek, herhangi bir tutarsızlık barındırmadığı gösterilebildiği sürece oldukça makul olacaktır. Bu kısa yazıda en azından bu öğretinin mantıksal bir tutarsızlık içermediği konusunda açıklamalardan bulunarak bir gerekçelendirme sunmaya çalıştık. Bir başka yazıda bu öğretinin Hristiyanların icat ettiği bir öğreti olup olmadığı konusu tartışacağım…


Kaynaklar:


J.I. Packer, Tanrıyı Tanımak, Çev. Levent Kınran, Haberci Yayınları, 2020.

C.S. Lewis, Özde Hristiyanlık, 
Çev. Levent Kınran, Haberci Yayınları.

Thomas V. Morris, The Logic of God Incarnate, Wipf & Stock Pub, 2001.

Lee Strobel, The Case For The Real Jesus, Zondervan.

Anthony A. Hoekema, Created in God’s Image, Grand Rapids, Eerdmans, 1986, s. 22.

L. T. Jeyachandran, "The Trinity as a Paradigm for Spritiual Transformation", Beyond Opinion, Thomas Nelson, 2008, s. 231-252.

Yeşua Özçelik, "Nasıralı İsa: Filozof ve Düşünür", Miras Dergisi, Sayı: 14, 2015.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

%100 Hatalı: Kristolojik Bir Korkuluk

Hristiyanlık eleştirisi söz konusu olunca ülkemizde dile getirilen belirli türden ezber bazı itirazlar var. Maalesef bu itirazların büyük çoğunluğu korkuluk hatasından (straw-man fallacy) muzdarip olmaktan öteye geçemeyen türden eleştiriler oluyor. Bunlardan bir tanesini sizinle birlikte tartışmak istiyorum. Bu itiraz Kristoloji, yani İsa Mesih’e ilişkin doktrin/öğreti konusunda dile getirilen bir eleştiridir. Aslında hepiniz belki duymuşsunuzdur: “İsa %100 Tanrı ve %100 insan olamaz. Bu en basit matematik veya mantık kurallarına aykırı!” Peki bu itiraz neden korkuluk hatasından muzdariptir? Bunun en açık sebebi Hristiyanlık tarihindeki doktrinsel açıklamalara baktığımızda, yani Hristiyanlar açısından önem arz eden bildirilere baktığımızda, böyle bir ifadenin kullanılmadığını görüyor oluşumuzdur. Söz gelimi meşhur Ekümenik Konsilleri dikkatle inceleyecek olursanız %100 ifadesini görmezsiniz. Örneğin İsa’nın tabiatını tartışan Kadıköy Konsili’ndeki ifadelere bakalım… Biz … ikrar ederiz

Kutsal Kitap, Genç Dünya Yaklaşımı ve Evrenin Yaşı

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı” Yaratılış 1:1 ‘‘Sonuç olarak, hiç kimse, hayale kapılıp kendini bilmez bir şekilde, Tanrı Sözü Kitabı’nın ve Tanrı’nın İşleri Kitabı’nın kutsallığını ve felsefesini tam olarak anlayabileceğini düşünüp savunmasın; bunun yerine, iki alanda da bitmek bilmeyen bir kendini geliştirme çabasına girişsin.’’ Francis BACON XX. yüzyıla gelene kadar birçokları tarafından materyalist felsefenin bir uzantısı olarak evrenin bir başlangıcı ve sonu olmadığı düşünülüyordu. Materyalist felsefeye göre, sadece ve sadece madde gerçekti. Madde dışında hiçbir şey yoktu ve madde ezeli ve ebediydi. XX. yüzyılın önemli düşünürlerinden Bertrand Russell ‘İşte evren, karşımızda duruyor ve hepsi bu!’ derken aslında anlatmak istediği tam olarak buydu. Materyalist felsefenin bir yan ürünü olarak önerilen evren modelinde, evren statik halde varlığını sürdüren bir yapıydı. Sonsuz evren modeli varlığını  Big Bang  yani Büyük Patlama teorisinin ortaya konmasına kadar sürdürdü. Faka

Eski Antlaşma’da Üçüncü Günde Diriliş

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek ; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24:44–47)  Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. (1. Korintliler 15:3–4) Yukarıda görülen iki metin de Elçi Pavlus ve Rab İsa’nın kendisi Kutsal Yazılar’ın/Eski Antlaşma’nın üçüncü günde dirilişe tanıklık ettiğini söylemektedir. Müjdeler’deki diriliş anlatıları İsa’nın gerçek anlamda üçüncü günde dirildiğini doğrulamaktadır (Mat.28:6–7; Mar.16:9; Luk.24:6–7). Peki, Kutsal Yazılar’da üçüncü gün dirili