Ana içeriğe atla

Süper Kahramanlar, Arzu Argümanı ve Beklenen Kurtarıcı

Süper kahramanları ya da süper kahraman öykülerini sever misiniz? Genelde süper kahraman öyküleri geniş bir yaş aralığı içerisinde çoğunlukla sevilen bir yapıya sahiptir. Süper kahraman filmlerinin gişe istatistiklerine bakıldığında da bu kolayca görülebilir. Tabii ki bunun farklı gerekçeleri de olabilir. Örneğin, bir kişi Örümcek-Adam (Spiderman) filmini içeriğinden ve işlediği konudan ziyade aksiyon sahneleri ve görsel unsurları nedeniyle izlemeye gidebilir. Buna karşın -bu yazı içerisinde de çeşitli kaynaklara atıflarda bulunarak göreceğimiz gibi- süper kahraman öykülerinin sevilmesinin altında yatan temel neden çok farklı bir noktaya işaret ediyor olabilir. Bunu görebilmenin başlıca yolu, genel anlamda tüm bu süper kahraman hikâyelerinin ortak noktalarının ne olduğunu tespit etmekten geçer. 

O zaman sorumuz açıktır: Tüm süper kahraman öykülerinin ortak teması nedir? Hepsinde karakterler, zaman ve mekânlar değişmesine karşın sabit kalan ve mütemadiyen işlenmeye devam edilen müşterek konu nedir? 

Kısa bir düşünme molasının ardından çoğumuzun aklına gelen ilk yanıt(lar)ın ‘kötülük sorunu’ ve ‘kurtarıcı’ teması üzerinden şekillenmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Örneğin Süpermen, Batman, Örümcek Adam ve daha nicelerinin içerisinde ele alınan temel konuya baktığımızda, hâlihazırda var olan ya da belirli bir zamanda zuhur eden bir problemin, bir kötülüğün ya da daha felsefi bir ifadeyle kötülük sorununun olduğunu ve bu sorunu ortadan kaldırmak üzere bir tür kurtarıcı rolü üstlenen süper kahraman figürlerinin ortaya çıktığını görürüz. 

Genelde kötülüğün varlığı ile meydana gelen gerilim, halkın arasındaki kurtarıcı beklentisi ile sürdürülmekte ve nihayet kurtarıcının yani süper kahramanın çıkagelmesi ve kötülüğü ortadan kaldırması ile yerini huzura ve mutluluğa bırakmaktadır.

Öykülerin ana teması, süper kahraman öykülerinin ve bu öykülere dayalı malzemelerin neden sevildiğine ilişkin bir fikir verir. Çünkü bu, insanın deneyimlediği en temel ihtiyacının ya da ihtiyaçlarının bir dışavurumudur. Kötülük sorunu, adaletsizlik, kurtarıcı figürü ve umut her daim insanın yakından ilgilendiği meseleler olmuştur.

Aslında bunu öykülerin içerisindeki gelişim aşamalarından da anlayabilmek mümkündür. Süpermen, Batman, Örümcek Adam gibi süper kahramanların öykülerinin başlangıç noktalarına baktığımızda karşımıza çıkan neredeyse ilk şey kötülük sorunudur. Örneğin, Süpermen’in annesi ve babası öldürülmüştür; Örümcek Adam’ın anne-babası yoktur ve amcası öldürülmüştür; Batman’in annesi ve babası katledilmiştir. Günümüzdeki bir başka süper kahraman figürü olan Flash’in yani Barry Allen’ın hikâyesine baktığımızda da annesinin öldürülmüş olduğunu görürüz. Elbette bu noktada insan bu öykülerde böylesi benzerliklerin olmasının bir tür tesadüften mi, yoksa ortak bir hakikatten mi beslenmiş olduğu konusunu merak eder. 

Bu hikâyelerde de görüldüğü gibi kötülük sorunu ve insan doğasındaki ahlaki yozlaşma henüz hikâyelerin en başında kendisini açıkça göstermektedir. Fakat tüketici bir toplumda yaşayan ve neden sorusunu pek sık kullanmayan bizler için işin belki de daha da ilginç kısmı ise, bu öykülerin büyük çoğunlukla hiç yoktan, nedensiz yere ortaya çıkmamış oluşudur. 

Doğrusu bu öyküler bir şekilde yazarlarının deneyimlerini de bir noktada ifşa etmekte ve onların duygusal ve zihinsel dünyalarını açığa çıkarmaktadır. Örneğin, Süpermen karakterinin ortaya çıkışını ele aldığımızda tıpkı öykünün başlangıcında olduğu gibi hikâyenin kendisinin de kötülük sorunu nedeniyle husule geldiği görülür. Süpermen figürünün yaratıcısı Jerry Siegel’ın babası Mitchell Siegel Litvanya’dan Amerika’ya göç etmiş bir Yahudi göçmenidir ve 2 Ocak 1932’de Cleveland’daki ikinci el giysi mağazasında bir gece yarısı soygunu esnasında ölür. Polis raporuna göre ‘soygun sırasında silah sesleri duyulur’. Siegel’ın ailesi ve polis müdürü onun kalp krizinden öldüğünü söyler. 

Babasının ani kaybı, 17 yaşındaki çılgına dönmüş bu genci kötülüğe karşı gelecek, öcünü alacak ve iyilik için mücadele edecek ‘kurşungeçirmez’ bir kahraman yaratmaya yöneltir. Bu, kendi romanı için Mitchell Siegel’ın ölümünü araştıran çok satan yazarlardan birisi olan Brad Meltzer’in teorisidir. 

Günümüze ulaşan en eski taslakların birinde Süpermen’in maskeli soyguncu tarafından rehin tutulan bir adamı kurtarmak için acele ettiği görülmektedir. Meltzer şöyle der:

Amerika Süpermen’e en büyük efsanelerimizden dolayı değil, babasını kaybetmiş bir çocuğun düşüncelerinden dolayı sahip oldu. Süpermen gücümüzden değil kırılganlığımızdan dolayı ortaya çıktı.

Süpermen’in kökenini araştıran yazar Gerard Jones ‘Men of Tomorrow’ kitabında şöyle der:

Süpermen’in kurşunlara karşı dayanıklılığı, ailesini kaybetmesi, memleketinin yok olması gibi konuların tümünün Jerry Siegel’ın kişisel deneyimleri ile örtüştüğü görülmektedir.

Süper kahraman hikâyeleri, içinde her ne kadar fantastik bazı öğeler barındırsa da aynı zamanda birçok gerçekliği de ihtiva ettiği kolaylıkla anlaşılabilir.(1)  Her süper kahraman öyküsünün arka planındaki hikâyenin Jerry Siegel’ın yaşadıklarına benzer bir deneyimle oluştuğunu söylemek pek gerçekçi olmasa da aslında bu tür hikâyelerin varlığa gelme süreçlerinde, deneyimlediğimiz bir gerçekliğe tepki ya da özlem ihtiva ettiğini söylemek doğru olacaktır. Tıpkı Süpermen öyküsünün gerçek hayatta bir hakikate karşılık geldiği gibi, temel tema olan kötülük sorunu ve kurtarıcı beklentisinin de insanlık tarihi boyunca farklı toplum, kültür ve inançlarda yansımalarının olduğu görülür. 

Sahip olduğumuz veriler ışığında şunu söylemenin yanlış olmayacağı kanaatindeyim. Birçok toplum ürettiği hikâyelerde bu konuları işlemiş ve ele almıştır. Bu da bizi insanın temel arzu ve ihtiyaçlarına doğru götürmektedir. Hemen hemen herkes dünyadaki kötülük sorunun, yozlaşmanın ve bozukluğun şöyle ya da böyle farkına varmıştır.(2)  Bununla birlikte tarih boyunca bu sorunu ele alıp çözümleyecek bir kurtarıcıya veya kurtarıcı figürüne olan ihtiyacı da gözlemlemişlerdir. 

Brigham Young University’de öğretim görevlisi olup mitoloji ve halk söylenceleri konusunda uzman olan Prof. Jacqueline Thursby süper kahraman hikâyeleri ile ilgili şöyle söyler:

Herkes yaşamının bir anında kurtarılmaya ihtiyaç duyar. Kurtarılmaya ihtiyaç duyduğu şey belki hastalık, yalnızlık, çok fazla çalışmak vs. olabilir ve kahraman figürü geçici bir kaçış sağlar.

Hepimiz bunu tecrübe ederiz. Hatta zaman zaman sanki insanlığımızın bir parçasıymış gibi gelir. Buradaki esas soru bu izdüşümlerin sadece zahiri boyutta mı kaldığı yoksa daha derin köklere sahip batıni bir duruma mı işaret etmekte olduğudur. Ünlü İngiliz gazeteci Malcolm Muggeridge bu sorumuza yanıt verircesine şöyle demektedir:

İnsanın ahlaki yozlaşması en gerçek şekilde gözlemlenebilip doğrulanabilen, fakat aynı zamanda entelektüel olarak en sert bir şekilde karşı durulan bir gerçektir.

Yukarıda da belirttiğim gibi birçok kişi kötülük probleminden dolayı bir soruna işaret eder. Buna karşın çoğu kez benimsenen varsayımlar nedeniyle sorunun veya problemin temeline gidilmekten kaçınılmakta veya bilinçli olarak problemin kaynağı göz ardı edilmektedir. Malcolm Muggeridge insan hayatında gözlemlediği ve kendisini şok eden bu temel problemi vurgular, çünkü kötülük sorunun da asıl kaynağı burasıdır. Hristiyan ilahiyatında bu problem ‘günah’ terimi ile ifade edilmektedir. İşte tam bu noktada şunu söylemek mümkündür ki kurtarıcı figürünün kötülük sorunu ile derinden bir bağlantısı vardır ve bu soruna bir yanıt niteliği taşımaktadır. 

Gelinen noktada bir diğer önemli soru ise bu kurtarıcı özleminin gerçekte bir karşılığının olup olmadığına ilişkindir. Yoksa bu temel ve derin özlem basit ve yüzeysel bir şekilde yalnızca gündelik ufak tefek sorunlarımızın yarattığı bir tür bir yanılsama hali midir? Psikanalizin kurucusu Avusturyalı ünlü psikolog Sigmund Freud bu durumu bilinçdışının bir ürünü olarak baskıladığımız durumların yarattığı bir tür nevroz hali olarak görmekte ve bunun yanılsama olduğunu ileri sürmektedir. Fakat böylesi bir görüş metafizik boyutlara taşan bir hipotezden fazlasını ifade etmemektedir. Bir şeyin yanılsama olduğunu söyleyebilmek için onun gerçeklikle olan ilişkisini doğru bir şekilde ortaya koymak gerekir. İnsanın sahip olduğu temel arzuların gerçeklik ile olan ilişkisine dair ünlü İngiliz düşünür C. S. Lewis şunları dile getirmiştir:

"Eğer çoğumuz yüreğimize bakmayı gerçekten öğrenmiş olsaydık, en derin arzularımızın bu dünyada bulunmadığını görürdük. Dünyanın bize verdiği ama gerçekleştirmediği birçok vaat vardır... Hristiyanlık şöyle bir iddiada bulunur: "Canlıların arzularının tatmini mümkün olmasaydı, canlılar en başta o arzularla doğmazlardı." Örneğin, acıkan bir bebek için yemek denilen bir tatmin yolu vardır. Ördek yavrusu yüzmeyi arzu ederse, su vardır. Cinsel arzu duyulduğunda, seks denilen bir şey vardır. Eğer bu dünyadaki herhangi bir şeyin tatmin edemediği bir arzum varsa, en makul açıklama benim başka bir dünya için yaratılmış olmamdır. Dünya kişiyi tatmin edemiyorsa, evrenin sahte olduğu sonucu çıkarılamaz. Bu durumda, dünyanın amacı kişiyi tatmin etmek değil, onu uyararak bunların aslını, gerçeğini aramasını sağlamaktır (Lewis, 2009: 129-131)."

Buradaki esas mesele böylesi temel bir arzunun gerçeklikten ne kadar pay aldığının veya gerçekliğe ne oranda tekabül ettiğinin iyi bir analizinin yapılmasıdır. Literatürde bu "Arzu Argümanı" şeklinde adlandırılmaktadır. Bu argümanın güncel örneklerinden birisini Peter Kreeft ve Ronald Tacelli sunmaktadır: 


1. Bizdeki her doğal, doğuştan gelen arzu, bu arzuyu tatmin edebilen bir takım gerçek nesnelere tekabül etmektedir.
2. Fakat bizde bu dünyada ve zaman da hiçbir şeyin, hiçbir yaratılmışın tatmin edemeyeceği doğuştan gelen arzular vardır.
3. Dolayısıyla bu arzuları tatmin edebilen, zamandan, mekândan ve yaratılıştan öte bir şey var olmalıdır.
4. Bu şey insanların Tanrı olarak (ve Tanrı ile sonsuz yaşam diye) adlandırdıkları şeydir (Kreeft ve Tacelli, 1994: 78).

Bu argümanın anahtar noktalarından birisi doğal ve yapay arzular arasında yapılan ayrımdır. Doğal arzular beslenme, uyku, bilgi edinme gibi insanlarda doğuştan gelen arzulardır. Yapay arzular ise spor araba tutkusu, Süpermen gibi uçma arzusu gibi sonradan sahip olunan arzulardır. bu ikisi arasındaki ayrım yapmamızı sağlayan önemli özelliklerden birisi yoksunluk ifadeleridir. Su arzumuzu susuzluk şeklinde ifade edebilirken, uçmazsızlık şekline bir ifade yoktur. Diğer bir önemli ayırt edici özellik doğal arzuların doğuştan gelmesine karşın yapay arzuların içinde bulunduğumuz toplumdan, dönemden, kültürden, reklamlardan vb. kaynaklanmasıdır. Bu ikinci özellik bizleri üçüncü bir özelliğe götürür: doğal arzular her birimizde fakat yapay olanlar kişiden kişiye değişkenlik gösteren şekilde bulunmaktadır. Argümanın (1) numaralı öncülü doğal arzuların gerçeklikte karşılıkların olduğunu söylerken aynı şey yapay arzular için zorunlu değildir. Spor arabalar gerçekte varken, Süpermen gibi uçmak konusunda aynı şeyi söyleyemeyiz. Buradaki kritik iddia şudur: doğuştan sahip olduğumuz bu doğal arzulara sebepsiz yere sahip olmayız ve onların gerçeklikte bir karşılığı vardır (Kreeft ve Tacelli, 1994: 78)

Süper kahramanlar bağlamında yeniden kurtarıcı temasına dönecek olursak acaba kurtarıcı arzusununda insanın doğuştan sahip olduğu bir arzu olduğunu ve bunun da gerçek hayatta bir karşılığının olduğunu söyleyebilir miyiz? Kötülük problemini ciddiye alan her kişi dış dünyada bir problemin olduğunu fark eder. Peki ama bu sadece dış dünya ile alakalı mıdır? Aslında dış dünya derken işaret ettiğimiz insan toplumunda bizler de bulunmuyor muyuz? Bir başka yazımda insan doğası ile ilişkili bu problemi ele aldığım için burada detaylarına girmeyeceğim, fakat problemin daha köklü olduğunu ve her bir insanın bu problemin bir parçası olduğunu önereceğim. Dolayısıyla bir kurtacının var olması gerektiğini savunuyorum. Bu argümanı kurtarıcı arzusu bağlamında yeniden şöyle ifade edebiliriz:

1. Bizdeki her doğal, doğuştan gelen arzu, bu arzuyu tatmin edebilen bir takım gerçek nesnelere tekabül etmektedir.
2. İnsanların sahip olduğu kurtarıcı arzusu da doğal bir arzudur.
3. Fakat bizde bu dünyada hiçbir şeyin, hiçbir yaratılmışın tatmin edemeyeceği doğuştan gelen kurtarıcı arzusu vardır.
4. Dolayısıyla bu arzuyu tatmin edebilen, zamandan, mekândan ve yaratılıştan öte bir şey var olmalıdır.
5. Bu şey insanların İsa Mesih olarak adlandırdığı kişidir.

Süper kahraman öykülerine baktığımızda, onların her ne kadar süper güçleri olsa da kusurları olan varlıklar olduğu gerçeği ile karşı karşıya kalırız (ör. Süpermenin zayıf noktası kriptonit taşıdır). En basitinden tüm bu süper kahramanlar zaman ve mekanda sınırlı olan karakterlerdir. Buna karşın bu süper kahramanlar, bu yazı boyunca işaret etmeye çalıştığım gibi insanın derin arzularını dışarı vurmaktadır. Bu süper kahramanlar aslında gerçek kahramanın bir tür gölge versiyonlarıdır. Belirli açıdan gerçek kahramana işaret ederler. 

Hristiyan dünya görüşü yukarıda sözünü ettiğimiz kötülük sorununun kaynağını ilk itaatsizlikle meydana gelen düşüş öğretisinde açıklamakta ve çözüm olarak da gelecek olan kurtarıcı Mesih figürüne işaret etmektedir. Kutsal Kitap, Tanrı’nın ilk günahın işlenmesinin hemen ardından başlamak üzere doğrudan kendisi ve devamında peygamber kulları aracılığıyla zamanı geldiğinde bir kurtarıcı göndereceğine ilişkin vaatlerde bulunduğunu belirtir. Örneğin, ilk günahın hemen ardında şu vaatte bulunur:

Seninle kadını, onun soyuyla senin soyunu Birbirinize düşman edeceğim. Onun soyu senin başını ezecek, Sen onun topuğuna saldıracaksın. – Yaratılış 3:15

Bir başka yerde ise İsa’dan yaklaşık 700 yıl önce yaşamış peygamber Yeşaya aracılığıyla iletmiş olduğu bildiride bu kurtarıcıya ilişkin nitelikler sunulmuştur:

Çünkü bize bir çocuk doğacak, Bize bir oğul verilecek. Yönetim onun omuzlarında olacak. Onun adı Harika Öğütçü, Güçlü Tanrı, Ebedi Baba, Esenlik Önderi olacak. Davut'un tahtı ve ülkesi üzerinde egemenlik sürecek. Egemenliğinin ve esenliğinin büyümesi son bulmayacak. Egemenliğini adaletle, doğrulukla kuracak Ve sonsuza dek sürdürecek. Her Şeye Egemen RAB'bin gayreti bunu sağlayacak. - Yeşaya 9:6-7

Kutsal Kitap bu kurtarıcıya işaret eden vaat ve peygamberliklerle dolu olmasının(3)  yanı sıra günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce zamanı geldiğinde gönderilen vaat edilmiş kurtarıcının ortaya çıkış öyküsünden bahsetmektedir.(4)  İncil metinleri içerisindeki müjdelerin henüz başında doğacak olana İsa adının verileceğini söylediği ayetlerde bu ismin anlam ve amacını da açıklamaktadır: “Çünkü halkını günahlarından o kurtaracak.”(5)

İşte bu öykü Tanrı’nın insanı kurtarma öyküsüdür. Kötülük sorunu ile ilgili gerilimin hala devam etmekte olduğu bu öykü, kurtarıcının ikinci gelişi yine bir başka özlemimizin dışavurumu olan ‘Mutlu Son’ ile nihayete erecektir. 

Kutsal Kitap, insanlık tarihi boyunca gözlemlenebilen en temel arzu ve özlemlerimizden olan kurtarıcı ihtiyacının tarih içerisinde ve gerçeklikte de bir karşılığının olduğunu belirtir. İnsan ürettiği kurtarıcı figürleri ile hem bu özlemi ortaya koymuş hem de bu özlemi gidermeye çalışmıştır, fakat bu özlem ancak ve ancak tarihsel bir kişilik olan ve gerçek kurtarıcı mahiyetine sahip yegâne kişi olan İsa Mesih’te çözüme kavuşmuştur. 

Bu C. S. Lewis’in İsa Mesih’i "gerçekleşmiş mit" olarak tanımladığı şeydir. İsa Mesih sıradan bir şekilde tarih boyunca tasvir edilmiş alelade kurtarıcı figürlerinden birisi değildir. O hem ihtiva ettiği nitelikler, hem yukarıda örnek olarak alıntıladığımız ayetlerde görüldüğü gibi yüzyıllar öncesinde yaşamış tarihi kişilikler tarafından vaat edilmiş ve peygamberlikte bulunulmuş olması hem de tarih sahnesinde yaşamış tarihsel bir kişi olmasıyla eşsiz bir yere sahiptir. İnsanları köle oldukları günah esaretinden –ki aslında bu konuştuğumuz bütün kötülük probleminin kaynağıdır- kurtarmak için geldiğini söylemiş ve çarmıhta ölüp üçüncü gün dirileceğine ilişkin peygamberlikte bulunmuştur. (6)  

İster kötülük diyelim istersek günah, problem ortadadır. İç varlığımızda bir kurtarıcıya gereksinimiz olduğunu deneyimlerimizde de teyit eder ve bu ihtiyacın gerçek hayatta bir karşılığının bulunması gerektiğini düşünürüz. Gerçeklikle örtüşmediği sürece Freud ve diğerlerinin belirttiği gibi bu arzu ve özlem yalnızca bir yanılsama olarak kalacaktır. Fakat bu kurtarıcı ya gerçekliğe tekabül ediyorsa?

Hristiyan inancı ortaya koyduğu tarihsel, arkeolojik, teolojik vb. birçok delille bu kurtarıcının Mesih olan Nasıra’lı İsa olduğunu duyurmaktadır.(7)  İşte Doğuş Bayramı bu eşsiz öykünün en önemli basamaklarından birisidir. Çünkü kurtarıcı sıfatını almaya yegâne layık olan Tanrı’nın kendisi insanlık tarihine insan benzeyişinde adım atmış ve beden almıştır. Bundan daha büyük bir süper kahraman, bundan daha yüce bir kurtuluş öyküsü olabilir mi? 

Eski çağlardan beri Kutsal peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, Kulu Davut'un soyundan Bizim için güçlü bir kurtarıcı çıkardı… Melek onlara, "Korkmayın!" dedi. "Size, bütün halkı çok sevindirecek bir haber müjdeliyorum: Bugün size, Davut'un kentinde bir Kurtarıcı doğdu. Bu, Rab olan Mesih'tir. 

Luka 1:69

 

Dipnotlar:

1. Bu bir açıdan antik dönem mitolojisindeki mitlere benzemektedir. Mitlerin günümüz dilinde kullanıldığı şekilde asılsız hikâyeler olmaları zorunlu değildir.  Antik Yunanlıların – en azından kendi medeniyetleri döneminde-  muthos olarak adlandırdıkları ve günümüzde medyada mit olarak adlandırılan sözcükten farklı olarak muthos sözcüğü, insanın ve dünyanın gerçek kökenini açığa çıkarak, açıklayan gerçek bir öyküdür. Robert A. Segal’in ifade ettiği gibi bir mit önemli ve dikkate değer bir şey hakkındaki bir öyküdür (Robert A Segal, Myth: A Very Short Introduction., 2004, Oxford University Press, s. 5). Ayrıca daha fazla bilgi için: https://plato.stanford.edu/entries/plato-myths/ 
2. Bu soruna dikkat çekenlerin büyük bir kısmı iyi ve her şeye kadir bir Tanrı’nın tam da bu sebeple var olamayacağına işaret ederler. 
3. Josh McDowell, Hüküm Gerektiren Yeni Kanıtlar, Zirve Yayıncılık, Bölüm 8: Tanrısallığa Destek: Eski Antlaşma Peygamberlik Sözlerinin İsa Mesih'te Tamamlanması.
4. Galatyalılar 4:4
5. Matta 1:21
6. Matta 20:17; Markos 10:32; Luka 9:43.
7. Josh McDowell, Hüküm Gerektiren Yeni Kanıtlar, Zirve Yayıncılık, Bölüm 5: İsa Tarihsel Bir Şahsiyet. http://www.garyhabermas.com/books/EvidenceBook/GaryHabermas_Evidence-for-the-historical-Jesus-Release_1point1.pdf 


Kaynaklar:

C. S. Lewis, Özde Hristiyanlık, Çev. Levent Kınran, Haberci, 2009.

Peter Kreeft ve Ronald Tacelli, Handbook of Christian Apologetics, IVP Academic, 1994.




Yorumlar

  1. Herkesin kurtarıcıya ihtiyacı var sadece farkında olan kişi sayısı az. Güzel bir çalışma teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Baudrillard'in simulasyon kavramini hatirlattigini belirteyim oncelikle. Tam olarak Baudrillard'in teorisine uygun mu bilemiyorum ama bu super kahramanlar Isa'nin birer simularki degiller mi? Ama yazida da cok yerinde vurguladigin gibi bu super kahramanlarin hepsi kusurlu.

    YanıtlaSil
  3. Aklınıza sağlık abi =) güzel bir yazı olmuş gerçekten.

    Tek keşke biraz daha açıklama bu konuya verilseydi düşündüğüm kısım Kreeft'ın argümanındaki

    ''1. Bizdeki her doğal, doğuştan gelen arzu, bu arzuyu tatmin edebilen bir takım gerçek nesnelere tekabül etmektedir'' noktasıydı.

    Çünkü Freud'un psychoanalytical mantığına benzer ama biraz daha derin olan ''the evolutionary argument for altruism'' tarzı pozisyonları tutan çok arkadaşlar var ve onlar ilk noktayı reddetmekle Arzu Argümanını otomatik olarak kabul edemez oluyorlar. Derler ki bu kurtarıcı arzuları ve rüyaları bastırılmış olaylar ve sıkıntılardan ziyade survival prensipleriyle biolojik tarih üzerinden parça-parça ortaya çıkmış kompleks ama gerçekte tekabül edinmeyen niteliklerdir. Bu mantıkla yürüyenlere göre bir ultimate kurtarıcı arzu'nun ortaya çıkması için o zaman gerçekte ultimate bir kurtarıcı olması lazım olmaz. Sadece farklı partial kurtarıcı arzuları yada nitelikleri olmaılıdır ve oradan psycho-evrimsel bir process aracığıyla insan arzusunda evrensel olarka var olan ama gerçek dünyada bulunamayan bir kurtarıcı isteği doğabilir. Bu argüman Freud'un argümanıyla aynı temel mantıksal problemler ve materialist varsayımlara dayalı-- ve dolayısıyla sizin yazdığınız gibi Mesih'in yaşamı-ölümü-ve dirilişi için tarihsel ve felsefik kanıtlarla yok oluyor-- ama yinede psycho-analytical argümandan ayrı bir kaç cümleyi ve açıklamayı hak edecek kadar yeterince farklıdır belki.

    Ondan başka Meltzer'in cümlesi çok enteresandı. Sonuçta evet, Siegel'ın Süpermen karakterinin kökleri hayatında çok acı verici ve kişisel bir olaya dayalıydı-- ama aynı zamanda bu bizim ''büyük efsanelerimizin'' bir yankısı da değil midir? Sizin dediğiniz gibi bu karakterler temelinde günah probleminin sonuçlarından ortaya çıkan hikayelerde bulunuyor. Dolayısıyla Siegel'ın kendi yaşamında karşılaştığı her sıkıntı bir derecede kosmik hikayenin olaylarına bağlı oluyor. Acaba bir derecede bu süper kahramanların nerdeyse hepsinde gördüğümüz niteliklerden biri-- yani ailelerini yada sevdiklerini genç yaşta kaybetmek-- binevi Yaratılıştaki ''düşüşün'' bizde yankıladığı etkinin de bir göstergesi midir (bilerek kurulmuş allegori olarak yazılıyor demek istemiyorum, sadece ''tesadüfen'' paralel gerçekliklere mi işaret ediyorlar merak ediyorum)? Adem ve Hava düşüşde nasıl paklıktan ve masumluktan günaha ve mahkümiyette uğradıysa biz de kendi hayatımızda bunun bir yankısını yaşıyoruz-- dolayısıyla bir seviyede bu hikayeler belki sadece Mesih'i değil kendimizi de anlatan öykülerdir.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

%100 Hatalı: Kristolojik Bir Korkuluk

Hristiyanlık eleştirisi söz konusu olunca ülkemizde dile getirilen belirli türden ezber bazı itirazlar var. Maalesef bu itirazların büyük çoğunluğu korkuluk hatasından (straw-man fallacy) muzdarip olmaktan öteye geçemeyen türden eleştiriler oluyor. Bunlardan bir tanesini sizinle birlikte tartışmak istiyorum. Bu itiraz Kristoloji, yani İsa Mesih’e ilişkin doktrin/öğreti konusunda dile getirilen bir eleştiridir. Aslında hepiniz belki duymuşsunuzdur: “İsa %100 Tanrı ve %100 insan olamaz. Bu en basit matematik veya mantık kurallarına aykırı!” Peki bu itiraz neden korkuluk hatasından muzdariptir? Bunun en açık sebebi Hristiyanlık tarihindeki doktrinsel açıklamalara baktığımızda, yani Hristiyanlar açısından önem arz eden bildirilere baktığımızda, böyle bir ifadenin kullanılmadığını görüyor oluşumuzdur. Söz gelimi meşhur Ekümenik Konsilleri dikkatle inceleyecek olursanız %100 ifadesini görmezsiniz. Örneğin İsa’nın tabiatını tartışan Kadıköy Konsili’ndeki ifadelere bakalım… Biz … ikrar ederiz

Kutsal Kitap, Genç Dünya Yaklaşımı ve Evrenin Yaşı

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı” Yaratılış 1:1 ‘‘Sonuç olarak, hiç kimse, hayale kapılıp kendini bilmez bir şekilde, Tanrı Sözü Kitabı’nın ve Tanrı’nın İşleri Kitabı’nın kutsallığını ve felsefesini tam olarak anlayabileceğini düşünüp savunmasın; bunun yerine, iki alanda da bitmek bilmeyen bir kendini geliştirme çabasına girişsin.’’ Francis BACON XX. yüzyıla gelene kadar birçokları tarafından materyalist felsefenin bir uzantısı olarak evrenin bir başlangıcı ve sonu olmadığı düşünülüyordu. Materyalist felsefeye göre, sadece ve sadece madde gerçekti. Madde dışında hiçbir şey yoktu ve madde ezeli ve ebediydi. XX. yüzyılın önemli düşünürlerinden Bertrand Russell ‘İşte evren, karşımızda duruyor ve hepsi bu!’ derken aslında anlatmak istediği tam olarak buydu. Materyalist felsefenin bir yan ürünü olarak önerilen evren modelinde, evren statik halde varlığını sürdüren bir yapıydı. Sonsuz evren modeli varlığını  Big Bang  yani Büyük Patlama teorisinin ortaya konmasına kadar sürdürdü. Faka

Eski Antlaşma’da Üçüncü Günde Diriliş

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek ; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24:44–47)  Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. (1. Korintliler 15:3–4) Yukarıda görülen iki metin de Elçi Pavlus ve Rab İsa’nın kendisi Kutsal Yazılar’ın/Eski Antlaşma’nın üçüncü günde dirilişe tanıklık ettiğini söylemektedir. Müjdeler’deki diriliş anlatıları İsa’nın gerçek anlamda üçüncü günde dirildiğini doğrulamaktadır (Mat.28:6–7; Mar.16:9; Luk.24:6–7). Peki, Kutsal Yazılar’da üçüncü gün dirili