Ana içeriğe atla

Özgür İrade ve Önceden Belirlenme (Peter Kreeft)*

Tanrı sevgi değil, fakat sadece bir bilgi olursa, o zaman insanın hem özgür iradesinin hem de ilahi seçimin ikisinin birden doğru olduğunu anlamak gerçekten zor ya da imkansız olacaktır. Fakat bunu anlamanın bir yolu vardır.

Özgürlük ve önceden seçilmişlik, öğrencilerimin arasında en çok sorulan sorulardan biridir. Kısmen modern insanın özgürlükle ilgili büyük kaygısından kaynaklanır, fakat ayrıca bence bunun başlıca bilinçli olmayan nedeni, bizim bu ikisinin de doğru olması gerektiğini sezgisel olarak bilmemizdir. Çünkü onlar her iyi hikayenin temel unsurlarıdır. Bir hikayede entrika yok, kader yok ise –eğer hikayedeki olaylar gelişi güzel ve rastgele ise– bu büyük bir hikaye değildir.

Her iyi hikaye, sanki Tanrı tarafından yazılmışçasına bir kader ve uygunluk anlayışına sahiptir. Ama her hikaye aynı zamanda karakterlerini özgür bırakır. İkinci sınıf yazarlar, karakterlerini belli bir kalıba sokmaya çalışır, ama daha usta yazarlarda okuyucuların daha net bir şekilde gördüğü şey, karakterlerin sadece zihinsel kavramlar değil, fakat gerçek insanlar olduğudur. Karakterler adeta kendi hayatlarına sahiptirler ve sayfadan gerçek hayata geçiş yapmış gibi görünürler. Bildiğimiz daha yüce bir yazar var. Tabi ki en yüce yazar, Tanrı’nın kendisidir. İnsan hayatı onun kendi hikayesi olduğu için, bu hikaye hem özgürlüğü hem de önceden belirlenmeyi içermelidir.

İlk önce, önceden belirlenme (Kader) denilen kısma bakalım. Önceden belirlenme, bizim geçici düşünme tarzımızı çok fazla kabullendiğinden yanıltıcı kelimedir. Tanrı, öncesi ve sonrası olan bir şey değildir. Onun için her şey şimdidir. Tanrı domino oyununun sırasına ya da kristal kürelere bakmaz. Ne herhangi bir şeyi beklemek zorundadır ne de ne olacak diye merak eder. Geleceğin bizim için belirsiz olmasına karşın, hiçbir şey onun için belirsiz ve bulanık değildir. Tanrı için, önceden belirleme yoktur ama bir hedef vardır. Bu, her şeyi bilme ve sonsuzluğun bir sonucudur. Fakat özgür irademiz ilahi sevginin sonucudur. Birisini sevmek demek, onları özgür bırakmak demektir. Onları tutsak etmek her zaman kusurlu bir sevginin ürünüdür.

Her şeyi bilme ve her şeye gücü yetme, ilahi özün sadece sıfatları olduğu halde, ilahi sevgi Tanrı’nın özü olduğundan ötürü, bu iki gerçekten birinin önce gelmesi gerekli olsaydı – diğerlerinden daha tartışılmaz ve daha ilksel olması bakımından- bunun özgürlük olması gerekirdi.

Ben bu her iki gerçeğinde kendi özlerinden taviz vermeleri gerektiğini düşünmüyorum. Bana göre bir Kalvinist gibi Tanrı’nın hakimiyeti konusuna hakkını verdiğimiz kadar, bir Baptist gibi insanın özgür iradesinede hakkını verebiliriz. Yine de bu, önceden belirlenmeyi inkar etmek için Tanrı’nın özünden ödün vermeyecektir. Arminyanizm – önceden belirlenmeyi reddeden ve Tanrı’dan gelen lütfu kabul etmede insanın özgür iradesinin rolüne vurgu yapan bir teolojik görüştür- belki de yanılıyordur. Fakat bu görüş diğerlerine nazaran teknik ve teorik seviyede yanıltıcıdır.

Başka bir açıdan, insanın özgür iradesini inkar etmek, Hristiyan yaşamı için temel olan bazı şeyleri (örneğin kişisel sorumluluk gibi) aniden kesip çıkarmak demektir. Eğer bir robot olsam, hatta ilahi bir şekilde programlanmış bir robot olsam bile, hayatım artık gerçek seçimlerin dramına sahip olmayacak, önceden yazılmış bir metindeki bir formüle dönüşecektir. Tanrı beni, buna izin verecek kadar çok seviyor. O, özgürlüğümden çok kendi gücünden fedakarlıkta bulunmayı tercih eder.

Aslında O ikisini de yapmıyor. Bana açıkça özgürlüğümü veren Tanrı’nın gücüdür. Thomas Aquinas, “Tanrı’nın sevgisi çok güçlüdür. Öyle ki O sadece istediği şeyleri elde etmekle kalmaz ayrıca istediklerini, istediği şekilde elde eder” demek ile önceden belirlenme ve özgürlük arasında bir uzlaşma sağlamıştır. Olmuş olan her şey sadece Tanrı’nın olmasını istediği şeyler değildir. Fakat aynı zaman da olmasını istediği şekilde olan şeylerdir. Bu, yağmurun yağması gibi doğal olayları durumunda özgürlük olmaksızın, insan seçimleri konusunda özgürce gerçekleşir. Mutlak güçten biraz daha aşağı olan bir güç, istediği bir şeyi istediği şekilde elde etmeksizin elde edebilir. Ama “Her şeye kadir olmak” bir şeyi her iki şekilde de elde etmek demektir. Her şeye kadir olmanın yolu insan davranışlarını özgür bırakmaktan geçer.

Başka bir açıdan, özgürlük ve önceden belirlenme bir madalyonun iki yüzüdür. Her şeye kadir bir yazar sadece ağaçları ya da makineleri değil, ama özgür bir insan hakkında bir hikaye yazmayı seçer. Bunun anlamı bizler gerçekten özgürüz. Bizler tam anlamıyla özgürüz çünkü Tanrı her şeye kadirdir.

Eğer sevgi ve güç bir değilse, biz bu ikisi arasında klasik bir ayrılığa ve bitmek bilmeyen bir uyuşmazlığa sahip olacağız. Bir kez merkezdeki sevgiyi gördüğünüzde, başka her şey anlamlı olmaya başlar.

Sevginin ve gücün birliği ayrıca Tanrı’nın gücünden korkmamamız gerektiğinin nedenidir: Bu onun mükemmel sevgisidir. Dolayısıyla bu sevgisizce kullanılmış olamaz. Ayrıca bu nedenle onun sevgisinin tükenmesinden korkmamıza da gerek yoktur, çünkü bu onun her şeye kadir olmasıdır. İşte bu “güç”tür. Kum taneleri gibi olan galaksileri fırlatan bu mükemmel eller, insanoğlunu o kadar çok sevdi ki, insanın onları çarmıha çivilemesine izin verdi. Hepsi bu derin sevgiden kaynaklanıyordu. Bizi en büyük zayıflık olan ölüme gidecek kadar seven kişi sınırsız güce sahiptir.

Aslında bizler sadece bu iki şeyin, Tanrı sevgisinin ve gücünün, birliğine inanır ve bunları hatırlarsak, bizler Tanrı’nın bu iki sıfatının O'ndan çıkarılamayacak şeyler olduğuna inanırsak, pratik sonuçlar kendi yaşamlarımızdaki hayal edilebilir güven ve sevincin en büyük devrimsel dönüşümü olacaktır.

Bunu görmek için yapmamız gereken şey Romalılar 8:31-39’u yeniden okumaktır. "Peki o zaman buna ne diyeceğiz?" "Bizler için kendi oğlunu bile esirgemeyip, O’nu bizler için sunanarak bizi ne kadar büyük bir sevgiyle sevdiğini gösteren" her şeye kadir Tanrı gerçeğinin kaçınılmaz sonuçları nedir? Basitçe şudur: "Bize ayrıca onun aracılığıyla her şeyi vermeyecek mi?" Gecelerin gündüzleri takip etmesi gerçeğinde olduğu gibi bizi Tanrı sevgisinden ayırabilecek bu evrende hiçbir şey yoktur. Hayır, bu gündüzleri takip eden gece olgusundan daha kesindir. Çünkü “Tanrı Doğası’nın Yasaları”, “Doğal Fizik Yasalarından” daha kalıcı ve üstündür.

Eğer Tanrı herşeye kadir ve sevgi dolu bir Tanrıysa, o zaman “Tanrı’nın kendisini sevenlerle birlikte her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz.” İşkence, elem ve ölüm durumlarında dahi! "Senin uğruna bütün gün öldürülmemize rağmen yine de tüm bu durumlarda galiplerden üstünüz” Neden? Çünkü herşey gibi bu işkenceler, sadece bizim iyiliğimizi isteyen kararlı ve sadık olan Tanrı’nın amacına hizmet eder. O söylediği şeyleri aynı zamanda uygular: yüzde yüz sevgi dolu kalbin saflığı ve sadeliği. Onun sevgisinden uzaklaşmanın tek yolu, kısmet, acılar yada ölüm değil ama ölümcül olan günahtır. Geçmişteki günahlar dahi günümüzdeki tövbeler aracılığı ile iyilik için etkin olabilir. Eğer bunu gerçekten istersek, o zaman herşey iyiliğimiz için etkin olur. Çünkü herşey Tanrı’nın sevgisidir. Bu o kadar çok basittir ki yalnızca bir çocuk ya da çocuk gibi olmak isteyen birisi bunu anlayabilir. “İsa bundan sonra şöyle dedi: Baba, yerin ve göğün Rabbi! Bu gerçekleri bilge ve akıllı kişilerden gizleyip küçük çocuklara açtığın için sana şükrederim. ” (Matta 11:25)

* Bu yazı, Peter Kreeft'in "The God Who Loves You" kitabındaki "Freewill and Destination" adlı yazısının Türkçe çevirisidir. Bu çevirinin tüm hakları saklıdır. İzinsiz çoğaltılamaz!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?

Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin? Sizin hiç böyle düşündüğünüz oldu mu? Tanrı tarafından terk edildiğinize dair derin bir hissiyata kapıldınız mı? Böylesi bir söz, Tanrı inancına sahip bir kişinin en derin acılarında ortaya çıkabilen bir haykırışın ifadesidir. Müjde anlatılarında bu aynı zamanda İsa Mesih’in çarmıhta dile getirdiği sözlerden birisi olarak karşımıza çıkar. İsa’nın neden böyle bir sözü söylediğine ilişkin bazı açıklamalar ortaya konmuştur. Bunlardan birisi de, çarmıhta Baba ve Oğul’un ayrı düştüklerini, Üçlübirlik Tanrı içinde bir kopmanın olduğunu ileri sürmektedir. Hristiyan Tanrı öğretisi açısından önemli bir konuya temas ettiğinden bu yazıda böyle bir yaklaşımın kısa ve öz bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Mesih İsa’nın çarmıhtaki bu sözü birçok teolog tarafından anlaşılması en zor sözlerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Örneğin, Kutsal Kitap’ın zor anlaşılan ayetleri üzerine yazılan bir açıklama kitabında bu sözler için şöyle söylenmiştir: “Eğer Müjd...

Eski Antlaşma’da Üçüncü Günde Diriliş

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek ; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24:44–47)  Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. (1. Korintliler 15:3–4) Yukarıda görülen iki metin de Elçi Pavlus ve Rab İsa’nın kendisi Kutsal Yazılar’ın/Eski Antlaşma’nın üçüncü günde dirilişe tanıklık ettiğini söylemektedir. Müjdeler’deki diriliş anlatıları İsa’nın gerçek anlamda üçüncü günde dirildiğini doğrulamaktadır (Mat.28:6–7; Mar.16:9; Luk.24:6–7). Peki, Kutsal Yazılar’da üçüncü gün di...

Bi durmalı, durmalı ve düşünmeli…

Hayatın hızlı akışı içerisinde çoğu zaman kendimizi bu akışa kaptırmış bir halde buluyoruz. Söz gelimi tek parmağınızla hızlı bir şekilde değiştirdiğiniz Instagram hikayelerini veya Reels videolarını görüntülerken sürekli yenileri önünüze düşüyor. Birisinden diğerine… ve bir de bakmışsınız saatler geçmiş gitmiş. Bazen hayatın kendisi de bir bakmışsınız böyle akıp geçmiş oluyor. Aslında bu günümüz fastfood kültürünün bizi adapte etmek istediği yaşam formudur. Peki, neden? Çünkü hayatın akışı içerisinde durmaksızın devam edersek yönlendirilmek adına muhteşem bir aday olmuş oluruz. Sosyal medya ve dijital platformlar bizleri istediği gibi yönlendirilebilir; farkında olmadığımız şekilde ihtiyaç hiyerarşimizi belirleyebilirler. Şimdi gelelim daha önemli ve esas meseleye… Adapte edilmek istediğimiz ve bizi pasifleştiren bu sistemin ilginç bir püf noktası var: Hareket halinde olmamız. Bu, çağımızın bir illüzyon numarasıdır. Bizi sürekli meşgul eden bir şeyler çıkar karşımıza. Bu tıpkı bir ill...