Ana içeriğe atla

Hayal Kırıklıklarını Boşa Harcama!

Hiç hayal kırıklığına uğradınız mı? Eminim hepimiz hayal kırıklığı olarak adlandırdığımız duyguyu tatmışızdır. Bazılarımız ailesinden dolayı, bazılarımız iş yerinden ya da kariyerinden dolayı, bazılarımız ise sosyal çevresinden ötürü hayal kırıklığına uğramıştır… Bazen durum tam tersidir ve hayal kırıklığına neden olan kişi biz oluruz.

Çevremizdeki kişilerin hayal kırıklığı yaşaması oldukça olağan bir durumdur, fakat dünyanın en bilge, en zengin, en güçlü kişisinin bile hayal kırıklıkları ile dolu bir yaşam sürmüş olduğunu söylemek sanırım oldukça sıra dışı bir durum olacaktır. Bu kişi, Kohelet kitabının yazarı olan ve kendisini Yeruşalim’de krallık yapan Davut oğlu Vaiz olarak tanıtan kişidir.[1] Bu kişinin Kral Süleyman olduğunu düşünecek olursak kitabın giriş cümleleri bizleri oldukça şaşırtacaktır. Şöyle der:

“‘Her şey boş, bomboş, bomboş!’ diyor Vaiz. Ne kazancı var insanın Güneşin altında harcadığı onca emekten?” 
(Vaiz 1:2-3)



Tekrar bu sözleri yazan kişinin kim olduğunu hatırlayalım: Kral Süleyman! Süleyman, İsrail tarihinde imparatorluğun en parlak, en görkemli olduğu dönemde krallık yapmış bir kişidir. Oldukça güçlü bir krallığa, sayısız işçiye, çekici bir hareme, üstün bir bilgeliğe sahip birisinden bahsediyoruz. Bu saydıklarımızın her biri tek başına bile bizlerin gerçek anlamı bulmada sahip olmayı arzuladığı şeyler değil midir? Kimimiz güçlü bir şirketin sahibi olmakta, kimimiz güzel bir eşe ve aileye sahip olmakta, kimimiz de ünlü ve saygı duyulan bir kişi olmada anlamı bulmaya çalışmıyor muyuz? Süleyman bunların hepsine sahip birisiydi!

Neden bu hayal kırıklıkları?

Aslında üzerine bir an olsun düşünme payı bırakan herkes hayal kırıklıklarının hayatın kaçınılmaz bir parçası olduğunu görecektir. Hayal kırıklıklarının kaçınılmaz olmasının sebebi bizim hayata, çevremizdekilere, kendimize ve hatta Tanrı’ya ilişkin gerçekçi olmayan yanlış beklentiler içinde olmamızdır.

Bazen çok idealist düşünceler ile hayata bakarız. Aslında bu özünde kötü bir şey değildir; ama içinde yaşadığımız dünyadaki bu yaşam idealleri bize sunmamaktadır. Bizler hasar görmüş bir dünyada, hasar görmüş insanlar arasında, hasarlı kişiler olarak yaşarız. Düşünüyoruz ki herkesin saygı duyduğu bir kişi olmak, popüler olmak ya da büyük bir mal varlığına sahip olmak bizleri gerçek anlamda tatmin edecek ve bizlere anlamlı bir yaşam sağlayacaktır. Siz de böyle düşünüyor musunuz?

İşte muhtemelen Kral Süleyman da bunları düşünüyordu. Eğer şimdiye kadar Vaiz kitabını hiç okumadıysanız, şu anda bu yazıyı okumaya biraz ara verip bu kitaba bir göz atmanızı tavsiye ederim. Çok değil 6-7 sayfalık bir kitapçık sözünü ettiğim. Çünkü bolca spoiler (ipucu) vereceğim birazdan.

Vaiz yani Kral Süleyman, kitap boyunca insanın ‘güneşin altında’ bu hayatta anlam bulmaya ve tatmin olmaya giriştiği beş temel uğraşı ele alır. Bunlar (1) bilgelik sahibi olmak; (2) haz almak; (3) zenginliğe ve güce sahip olmak; (4) yardımsever olmak, sosyal ilişkiler ve (5) dindar bir kişi olmaya çalışmaktır. Boston College’da felsefe profesörü olan Peter Kreeft bu uğraşları şu şekilde dile getirir:

Bu beş durum, çalışma ya da gayret, en evrensel ve en popüler beş yaşam tarzıdır: bilgelik, zevkler, güç ve zenginlik, özgecilik ve geleneksel doğalcı din. Vaiz bunların her birisinin eşit şekilde boş olduğunu gösterecektir. Bir başka deyişle bunlar: (1) Zihnimizi ya da aklımızı tatmin eden bir felsefe hayatı; (2) bedenimizi tatmin eden hedonizm hayatı; (3) cebimizi dolduran maddi bir hayat; (4) vicdanımızı tatmin eden bir ahlaki hayat; (5) ruhumuzu tatmin eden bir din hayatıdır.[2]

Kitapta geçen ‘güneşin altında’ ifadesi ilginç ve önemli bir ifadedir ve (Tanrı’nın olmadığı) dünyanın gözlemlenen doğasına işaret etmektedir. İnsanoğlu bu güneşin altında yanıtlar aramaya ve anlamı bulmaya çalışır. Fakat tüm bunları deneyimleyen Vaiz bize der ki ben bütün bunları denedim ve gördüm ki her şey boş, bomboş ve rüzgarı kovalamaya benziyor. Hiç rüzgarı kovalamaya çalıştınız mı?

Sanırım komik bir soru oldu değil mi? Çünkü her birimiz bunun beyhude bir çaba olduğunu biliriz. Fakat fark etmeden hayat yolculuğunda bu beyhude çabaları farklı formlarda icra ederiz. Vaiz bize tüm bu uğraşlar ile ilgili hayattan resimler sunar. Sanki bir fotoğraf albümüdür. Geriye dönüp baktığımız ve geçmiş günleri yâd ettiğimiz bir fotoğraf albümü… Hiç eski fotoğraflara bakıp ‘Ah ne kadar boşmuş bu şeyler’ dediğiniz oldu mu? İşte Vaiz’in yaptığı şey bir anlamıyla tam olarak budur. Her bir uğraşın ardından şu gelir: ‘Bunun da boş olduğunu gördüm.’ Bunu söyler çünkü hayat, hep aynı gibi, sürekli tekrar eden, kötülüklerin iyiliklerden pek de farklı olmadığı, ölümün nihayetlendirdiği bir süreç gibi görülmektedir.



Kitap bu konuda çok sayıda derin hayal kırıklıkları ile doludur. Fakat kitap bizleri sadece hayal kırıklıkları ile bırakmaz. Çünkü her bir hayal kırıklığı gerçek olana ulaşmada bizlere yardım eden bir basamak sağlar. Kraliçe II. Elizabeth’in ve ailesinin hayatını konu alan The Crown adlı dizinin bir bölümünde Prens Charles insanoğlunun Ay’a ilk adımı atışını büyük bir merak ve huşu ile takip etmektedir. İnsanoğlunun uzaya yaptığı bu yolculuk onu hayran bırakır. İşte hayatın gerçek anlamı diye düşünür. Ona göre, Bilim bize hayatın anlamına ilişkin gerçek ve elle tutulur uğraşlar sağlamaktadır. Bu hayranlık uyandırıcıdır. Hayatın gerçek anlamını bir anlamda Charles da göğün yukarısında aramaktadır. Fakat oldukça farklı bir bakış açısı ile… Ay’dan dönen astronotları saraylarında misafir ettiklerinde onlarla kısa da olsa bir görüşme ayarlar. Hayallerini süsleyen bu yolculuğa ilişkin soracağı soruları özenle hazırlar ve zamanı geldiğinde astronotlara sorar. Fakat büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Aslında bu yolculuk ve yolculukta yaşananlar hiç de onun beklediği gibi değildir. Bu tümüyle bir hayal kırıklığıdır onun için. Fakat bu hayal kırıklığı gerçek olanı fark edip ona yaklaşmasında bir araç olur.

Vaiz kitabı Tanrı’nın sessiz kaldığı bir kitaptır. Kutsal Kitap’taki diğer kitapların aksine Vaiz’de Tanrı bize açık bir şekilde vahiysel bir bildiride bulunmaz. Sanki bir yerlerde saklanmıştır. Vaiz fotoğraf makinesinin flaşı olarak sadece güneşin altında sahip olduğumuz ışığı -yani gözlemlerini ve aklını kullanır.[3]



Hayal kırıklıkları içerisindeyken Tanrı’nın sessiz kalması kadar güç ve acı verici bir durum olabilir mi? Tanrı, Eyüp’e konuşmamış mıdır? Neden Vaiz’de sessizdir? Belki de filozof Nicholas Wolterstorff’un dediği gibi Tanrı bu kez bizlerin yanıtları bulmasını istiyordur.[4] Belki de bizlere verdiği rasyonel düşünme yetisini ve doğada bizlere sunduğu genel vahyi kullanmamızı ve bu ikisinin bir sentezinden bir yanıt bulmamızı istiyordur?

Vaize göre, bu hayattaki en büyük hayal kırıklığı anlamı güneşin altında aramaktan kaynaklanır. Belki güneşin altında odaklanarak aradığımız yanıtların beyhude birer çaba olduğunu kendimiz de görebilecek durumdayızdır. Belki de artık gerçek yanıtların ancak güneşin yukarısında olduğunu fark etme zamanı gelmiştir. Belki tüm yanıtlara sahip olmayabiliriz; ama bizim için yeterli olan yanıt, bu dünyada yanıtsız olmadığımızdır. Bu nedenle Vaiz sözlerini şöyle sonlandırır:

“Bu yüzden zor günler gelmeden, “Zevk almıyorum” diyeceğin yıllar yaklaşmadan, Güneş, ışık, ay ve yıldızlar kararmadan Ve yağmurdan sonra bulutlar geri dönmeden, Gençlik günlerinde seni yaratanı anımsa.” 
(Vaiz 12:1)

“Toprak geldiği yere dönmeden, Ruh onu veren Tanrı’ya dönmeden, Seni yaratanı anımsa. “Her şey boş” diyor Vaiz, “Bomboş!”” 
(Vaiz 12:7-8)

Anlam arayışımızda en makul yaklaşım bu hayattaki hayal kırıklıklarımızı boşa harcamak yerine, onları gerçek olana ulaşmada bir basamak olarak görmek olur. Vaiz gibi onlardan makul bir sonuç çıkarmalıyız. Göreceğiz ki güneşin altında sadece insanı merkez alan tüm anlam arayışı bir noktada sonuçsuz kalacaktır. Yapmamız gereken şey başımızı yukarı, güneşin ötesine kaldırmaktır.


Dipnotlar:


[1] Vaiz 1:1

[2] Peter Kreeft, Three Philosopies of Life, Ignatius Press, 1989, s. 13-59.

[3] A.g.e, s. 13-59.

[4] Nicholas Wolterstorff, The Silence of the God Who Speaks, Kelly James Clark (Ed.), Readings in the Philosophy of Religions. Broadview Press, 2008, s. 363-372

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

%100 Hatalı: Kristolojik Bir Korkuluk

Hristiyanlık eleştirisi söz konusu olunca ülkemizde dile getirilen belirli türden ezber bazı itirazlar var. Maalesef bu itirazların büyük çoğunluğu korkuluk hatasından (straw-man fallacy) muzdarip olmaktan öteye geçemeyen türden eleştiriler oluyor. Bunlardan bir tanesini sizinle birlikte tartışmak istiyorum. Bu itiraz Kristoloji, yani İsa Mesih’e ilişkin doktrin/öğreti konusunda dile getirilen bir eleştiridir. Aslında hepiniz belki duymuşsunuzdur: “İsa %100 Tanrı ve %100 insan olamaz. Bu en basit matematik veya mantık kurallarına aykırı!” Peki bu itiraz neden korkuluk hatasından muzdariptir? Bunun en açık sebebi Hristiyanlık tarihindeki doktrinsel açıklamalara baktığımızda, yani Hristiyanlar açısından önem arz eden bildirilere baktığımızda, böyle bir ifadenin kullanılmadığını görüyor oluşumuzdur. Söz gelimi meşhur Ekümenik Konsilleri dikkatle inceleyecek olursanız %100 ifadesini görmezsiniz. Örneğin İsa’nın tabiatını tartışan Kadıköy Konsili’ndeki ifadelere bakalım… Biz … ikrar ederiz

Kutsal Kitap, Genç Dünya Yaklaşımı ve Evrenin Yaşı

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı” Yaratılış 1:1 ‘‘Sonuç olarak, hiç kimse, hayale kapılıp kendini bilmez bir şekilde, Tanrı Sözü Kitabı’nın ve Tanrı’nın İşleri Kitabı’nın kutsallığını ve felsefesini tam olarak anlayabileceğini düşünüp savunmasın; bunun yerine, iki alanda da bitmek bilmeyen bir kendini geliştirme çabasına girişsin.’’ Francis BACON XX. yüzyıla gelene kadar birçokları tarafından materyalist felsefenin bir uzantısı olarak evrenin bir başlangıcı ve sonu olmadığı düşünülüyordu. Materyalist felsefeye göre, sadece ve sadece madde gerçekti. Madde dışında hiçbir şey yoktu ve madde ezeli ve ebediydi. XX. yüzyılın önemli düşünürlerinden Bertrand Russell ‘İşte evren, karşımızda duruyor ve hepsi bu!’ derken aslında anlatmak istediği tam olarak buydu. Materyalist felsefenin bir yan ürünü olarak önerilen evren modelinde, evren statik halde varlığını sürdüren bir yapıydı. Sonsuz evren modeli varlığını  Big Bang  yani Büyük Patlama teorisinin ortaya konmasına kadar sürdürdü. Faka

Eski Antlaşma’da Üçüncü Günde Diriliş

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek ; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24:44–47)  Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. (1. Korintliler 15:3–4) Yukarıda görülen iki metin de Elçi Pavlus ve Rab İsa’nın kendisi Kutsal Yazılar’ın/Eski Antlaşma’nın üçüncü günde dirilişe tanıklık ettiğini söylemektedir. Müjdeler’deki diriliş anlatıları İsa’nın gerçek anlamda üçüncü günde dirildiğini doğrulamaktadır (Mat.28:6–7; Mar.16:9; Luk.24:6–7). Peki, Kutsal Yazılar’da üçüncü gün dirili