Ana içeriğe atla

Neden iyi insanların başına kötü şeyler gelir?



Kötülük sorunu söz konusu olduğunda en sık dile getirilen sorulardan birisi “Kötü şeyler neden iyi kişilerin başına gelir?” sorusudur. Bu soru iki açıdan önem taşır. Birincisi teorik bir problem olup adalet açısından bir sorunu gündeme getirir: İyi insanlar kötü şeyleri hak etmezler. Dolayısıyla burada ilk bakışta bir adaletsizlik var gibi görünmektedir. İkincisi ise varoluşsal olup insanların başına gelen kötülük deneyimlerinin yarattığı duygusal problemdir.

Bu yazıda kısaca bu soruya verilen klasik bir yanıtı ele almak istiyorum. Bu yanıt, “İyi insanların başına kötü şeyler gelmez çünkü iyi insan yoktur; iyi olan sadece biri vardı o da bizler için gönüllü olarak kendisini feda eden İsa Mesih’ti.” şeklindedir. Bundan yıllar önce Facebook’ta bu yanıtı paylaştığımı hatırlıyorum. Bazı kişiler bu yanıtın sert bir açıklama olduğunu düşünerek çeşitli eleştirilerde bulunmuşlardı. O gün bu yanıtın meseleyi tam on ikiden vurduğuna ikna olmuştum. Bu soru sorulduğunda pek çok Hristiyan’ın –tıpkı daha önceden benim yaptığım gibi– kullandığı bu yanıt ilk bakışta tatmin edicidir. Hatta doğru bir yöne sahiptir. Fakat bugün yanıtın doğası ve işlevi konusunda biraz daha farklı düşünüyorum. Dürüst olmak gerekirse, artık, bu yanıtın o gün düşündüğüm kadar ikna edici olmayabileceği, bir yönüyle yetersiz kaldığı kanaatine sahibim.

Kuşkusuz, daha detaylı bir incelemeye geçmeden önce “yetersiz” sözcüğü için bir parantez açmak gerekir. Burada “yetersiz” sözcüğünden kasıt yanıtın bizatihi doğru olup olmaması veya doğruluk payının olup olmaması değildir; acı çeken bir insan için yeterli ve tatmin edici bir açıklama olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceğine ilişkindir. Bu sonuca varmamda hangi etkenler (mantıksal yönüyle mi yoksa duygusal yönüyle mi) ağır bastı tam olarak kestirebilmem güç. Belki şu an bu yazıyı okurken bana kızıyor olabilirsiniz ve bu yanıtın elimizdeki en iyi, hatta yegâne yanıt olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. Haklı da olabilirsiniz. Belki de yanılıyorumdur. Kötülük problemi biraz da böyle bir problemdir. Bazı yanıtların gücünün değiştiğini hissettiğimiz veya bazı boşlukları olduğunu düşünmeye başladığımız zamanlar olabilir. Sözü çok uzatmadan parantezi kapatıp yanıtın doğasına odaklanalım.

Öncelikle bu yanıtın sert olmasında veya sert olarak algılanmasında herhangi bir sorun görmüyorum. Betimleyici bir ifade olarak durumu açık ve seçik bir şekilde ortaya koyuyor olabilir. Bir başka deyişle külli yanıtı bize veriyor olabilir, yani genel itibari ile yanıtın sunduğu çözüm doğrudur; iyi kimse yoktur ve geriye hiçbir soru kalmamıştır. Ancak bilinçli ve duyguları olan varlıklar olarak bizlerin sahip olduğu kişisel bir bağlamın da olduğunu unutmamak gerekir. Dolayısıyla insan sadece hayatın sert gerçeklerini değil, gerçeğin kendi varoluşuna hitap eden yönünü de görmek ister. Dolayısıyla ilk söylenebilecek şey bu yanıtın duygusal açıdan tatmin edici olmayabileceğidir. Sanki bir şeyler eksik kalıyor gibidir. Bu türden durumları sınamak için kendi hayatınıza bakabilirsiniz. Dışarıdan bir gözlemciyken size mantıklı gelen yanıtlar, o acıları deneyimlerken size tuhaf bir şekilde işe yaramaz görünebilir. Tekrar etmek gerekirse, bu illa yanıtın hatalı olması ile ilgili değildir; onun bir şekilde eksik olmasıyla alakalıdır. Söylenebilecek diğer husus, bu açıklamanın sadece duygusal açıdan değil, mantıksal açıdan da yeterli olmadığı şeklinde olabilir. Bunu teorik düzlemde şöyle ele alabiliriz.

İlk olarak bu yanıtın belirli bir varsayımla başladığını aklımızda tutmamız gerekir: Herkes kötüdür veya iyi kimse yoktur. Fakat Hristiyan olmayan bir kişinin bu varsayımı kabul etmesi için ilk anda bir nedeni yoktur. Bu varsayımın ilk anda kabul edilebilmesi için kendisinde apaçık olması gerekir ki bunu iddia etmek biraz güç görünmektedir. Dolayısıyla bu varsayımın ilave başka sebeplerle gerekçelendirilmesi gerekir. İkincisi, burada kastedilen iyiliğin yukarıda bahsedilen anlamda (yani ahlaki kusursuzluk anlamında) anlaşılması zorunlu değildir. Şöyle ki kastedilen mana kişinin belirli ölçülerden olumlu ve doğru bir yaşam ortaya koyma çabasıdır. İşte bu Eyüp kitabının da konusunu oluşturan meseledir. Çünkü Eyüp kitabı, Eyüp’ün “kusursuz, doğru bir adam” olduğu ifadesiyle başlar.[1] Dahası Eyüp için kullanılan bu tarif ilerleyen ayetlerde Tanrı tarafından da söylenmiştir.[2] Fakat bu kusursuzluk onun ahlaki anlamda kusursuz olduğuna değil, içinde bulunduğu bağlamda doğru bir yaşam sürdürmek için ortaya koyduğu gayret ile gösterilmektedir.[3] Dolayısıyla hem Eyüp hem de günümüz bağlamında “iyi” ifadesiyle doğru bir yaşam sürmeye gayret eden kişiler kastedilebilir. Bu durumda, yanıt yeniden yetersiz olacaktır.

Teorik açıdan ele alabileceğimiz son nokta ise iyi bir kişinin olmamasının veya herkesin kötü olmasının problemi ortadan kaldırmaması; yalnızca başka soruları ortaya çıkarmasıdır. Şöyle ki “Peki, bu kişi iyi değil ve başına bu geldi; tamam da diğer kişilerin neden başına böyle olaylar gelmiyor?” denilebilir. Öyle kişiler biliriz ki iyi olarak tarif ettiğimiz bu kişilerden çok daha kötüdürler. O zaman neden onlar da en azından bu kişilerin yaşadığı kötülükleri yaşamazlar? Bu soru da aslında Vaiz kitabının dile getirdiği bir meseledir.[4] Dolayısıyla teorik düzlemde bu yanıtın eksik veya yetersiz olduğu sonucuna ulaşırız.

Önemli olması açısından yeniden meselenin duygusal yönüne dönmek ve bu şekilde yazıyı sonlandırmak istiyorum. Unutmamak gerekir, ele aldığımız yanıtın teorik açıdan yeterli ve doğru olduğunu kabul etsek bile, onun duyarsız olup olmaması başka bir mesele olarak kalacaktır. Buradaki “hikmetli” yanıt yalnızca doğru yanıtları vermekten ibaret değildir; aynı zamanda doğru bir yaklaşımı da bünyesinde barındırması gerekir. Bu nedenle doğru yanıtı nasıl sunduğumuz –kişinin acılarına duyarsız kalmadan– önemli miktarda farkındalık sahibi olmayı da gerektirir.

Sonuç olarak kötülük probleminden veya acı sorunundan muzdarip bir kişi ile konuşurken aklımızda tutmamız gereken iki önemli soru vardır: (1) Yanıtımız iyi düşünülmüş, sebep-sonuç ilişkileri doğru kurulmuş bir yanıt mıdır, yoksa ezberimizden sunduğumuz bir refleks midir? (2) Yanıtımız kişinin yaşadığı acıyı önemseyen, bir birey olarak onunla ilgilenen, onun yanında olduğunu gösteren bir yanıt mıdır, yoksa kişinin acılarına yabancı ve ilgisiz bir yanıt mıdır?

Her sorunun kolay bir yanıtı olmayabilir veya sofistike yanıtlar üretebilecek malzemeye sahip olmayabiliriz; fakat karşımızdaki kişiyi bir insan, bir birey, acı çeken bir varlık olması itibarıyla dikkate almak herkesin yapabileceği bir davranış biçimidir.


Dipnotlar:

[1] Eyüp 1:1.

[2] Eyüp 1:9.

[3] Eyüp 1:1, 5.

[4] Vaiz 7:15.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?

Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin? Sizin hiç böyle düşündüğünüz oldu mu? Tanrı tarafından terk edildiğinize dair derin bir hissiyata kapıldınız mı? Böylesi bir söz, Tanrı inancına sahip bir kişinin en derin acılarında ortaya çıkabilen bir haykırışın ifadesidir. Müjde anlatılarında bu aynı zamanda İsa Mesih’in çarmıhta dile getirdiği sözlerden birisi olarak karşımıza çıkar. İsa’nın neden böyle bir sözü söylediğine ilişkin bazı açıklamalar ortaya konmuştur. Bunlardan birisi de, çarmıhta Baba ve Oğul’un ayrı düştüklerini, Üçlübirlik Tanrı içinde bir kopmanın olduğunu ileri sürmektedir. Hristiyan Tanrı öğretisi açısından önemli bir konuya temas ettiğinden bu yazıda böyle bir yaklaşımın kısa ve öz bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Mesih İsa’nın çarmıhtaki bu sözü birçok teolog tarafından anlaşılması en zor sözlerinden biri olarak değerlendirilmiştir. Örneğin, Kutsal Kitap’ın zor anlaşılan ayetleri üzerine yazılan bir açıklama kitabında bu sözler için şöyle söylenmiştir: “Eğer Müjd...

Eski Antlaşma’da Üçüncü Günde Diriliş

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek ; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24:44–47)  Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. (1. Korintliler 15:3–4) Yukarıda görülen iki metin de Elçi Pavlus ve Rab İsa’nın kendisi Kutsal Yazılar’ın/Eski Antlaşma’nın üçüncü günde dirilişe tanıklık ettiğini söylemektedir. Müjdeler’deki diriliş anlatıları İsa’nın gerçek anlamda üçüncü günde dirildiğini doğrulamaktadır (Mat.28:6–7; Mar.16:9; Luk.24:6–7). Peki, Kutsal Yazılar’da üçüncü gün di...

Bi durmalı, durmalı ve düşünmeli…

Hayatın hızlı akışı içerisinde çoğu zaman kendimizi bu akışa kaptırmış bir halde buluyoruz. Söz gelimi tek parmağınızla hızlı bir şekilde değiştirdiğiniz Instagram hikayelerini veya Reels videolarını görüntülerken sürekli yenileri önünüze düşüyor. Birisinden diğerine… ve bir de bakmışsınız saatler geçmiş gitmiş. Bazen hayatın kendisi de bir bakmışsınız böyle akıp geçmiş oluyor. Aslında bu günümüz fastfood kültürünün bizi adapte etmek istediği yaşam formudur. Peki, neden? Çünkü hayatın akışı içerisinde durmaksızın devam edersek yönlendirilmek adına muhteşem bir aday olmuş oluruz. Sosyal medya ve dijital platformlar bizleri istediği gibi yönlendirilebilir; farkında olmadığımız şekilde ihtiyaç hiyerarşimizi belirleyebilirler. Şimdi gelelim daha önemli ve esas meseleye… Adapte edilmek istediğimiz ve bizi pasifleştiren bu sistemin ilginç bir püf noktası var: Hareket halinde olmamız. Bu, çağımızın bir illüzyon numarasıdır. Bizi sürekli meşgul eden bir şeyler çıkar karşımıza. Bu tıpkı bir ill...