Ana içeriğe atla

Eski Bir İlahi: Carmen Christi (Tanrı Olarak Mesih’e Övgü)

Müzik ve ezgiler her zaman insanın önemli bir ihtiyacı ve ilgi odağı olarak karşımıza çıkar. Noel denince de akıllara gelen beş popüler cevaptan birisi de sanırım Noel ezgileridir. Kilise ibadetinin müzikle tapınma zamanında hizmet etmiş bir kişi olarak özellikle son birkaç senedir yeni yeni yerli güzel Noel ezgilerinin ortaya çıktığını ve kutlamalarda kullanıldığını görmek benim için gerçekten mutluluk verici. Tabii bununla birlikte olmazsa olmazlarımızdan olan klasikleşmiş Noel ezgilerimiz de büyük bir heyecanla tozlu raflarından alınıp kullanılmak üzere 24 Aralık gecesini dört gözle beklerler.

Bu eski ilahilerden birisi de ‘Meleklere Kulak Verin’ adıyla bildiğimiz Noel ezgisidir. Bu ezginin kökleri 17. yüzyıla, Metodist Kilisenin kurucularından John Wesley’in kardeşi Charles Wesley tarafından yazılan -ilk olarak 1739’da ortaya çıkan “Hymns and Sacred Poems” koleksiyonundaki- bir Noel ezgisi olan "Hymn for Christmas-Day" ezgisine kadar uzanır. İlk olarak Charles Wesley tarafından oluşturulan bu ezgi, daha sonra 1758’de George Whitefield tarafından uyarlanmış ve günümüzdeki ismi ile adlandırılmıştır. İlahinin ikinci kıtasında bir cümle şöyle der,

Tanrı’mız beden aldı, aramızda yaşadı…[1]

Noel’i bu kadar anlamlı bir şekilde özetleyebilmek… Gerçekten muhteşem öyle değil mi? Tüm evrenin aracılığıyla yaratıldığı tanrısal Söz insan olup aramıza gelir. Bunu ne zaman düşünsem derin bir huşu duygusu sarar iç varlığımı. Bir yandan Noel ezgilerini dinlemeye devam ederken, diğer taraftan daha eski dönemlerde söylenilen ezgileri merak ederim. Ufak bir araştırma sonucunda, XIX. yüzyılda yapılan kazı çalışmalarında Oxford’daki Queen’s College’den iki arkeolog Mısır’ın Oxyrhynchus bölgesinde Greklerin, Romalıların ve Bizanslıların zamanından gündelik yaşama ilişkin bilgilerin olduğu bazı antik belgeleri bulduklarını keşfetmiştim. Bunlara ek olarak, bu papirüslerden birisi 1918 yılında keşfedilmiş ve 1922 yılında yayınlanmıştır. Bu papirüs bilinen en eski Hristiyan ezgisi olarak değerlendirilir.[i]

MS yaklaşık 260 yılına ait ezginin sözleri ve müzik notaları papirüsü


Hem ezginin sözlerini hem de müzik notalarını içeren Grekçe yazılmış bu nüsha M. S. 260 yılına tarihlendiriliyordu. Ezgide şöyle yazıyordu:

Sessiz olsun,
Işıldayan yıldızlar parlamasın,
Rüzgârlar ve tüm coşkulu nehirler sakinleşsin,
Ve Biz Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’a ezgi söylerken,
Tüm güçler ‘Âmin Âmin’ diye eklesin
Egemenlikler her zaman yüceltsin
ve iyi şeylerin yegâne sağlayıcısı olan
Tanrı’ya övgü sunsun,

III. yüzyıldan elimize ulaşan bu ezginin sözlerini okurken, daha da eskilere uzanıp ilk yüzyılda yaşayan Hristiyanlara ilişkin olarak kendimi şu soruyu sorarken buldum: Acaba ilk kilise döneminde nasıl ilahiler söyleniyordu? Çünkü kiliselerde ilahiler söylendiğini ve bu konuda imanlıların teşvik edildiğini Yeni Antlaşma metinlerinden okuruz. Hatta sadece Yeni Antlaşma metinleri değil Hristiyanlık dışındaki kaynaklarda da bu konuda ilginç detaylara rastlarız. Yaşlı Plinius’un yeğeni ve Trajan yönetiminde (İ.S. 98-117) Bitinya valisi olan Genç Plinius yazdığı bir raporda şöyle der:

‘‘Bir Hristiyan sorguya çekilirken hiç hazır bulunmadım. Bu yüzden verilen cezaların tam mahiyetini veya soruşturmaya yol açan sebeplerin detayını bilmiyorum. (...) Ben onlara Hristiyan olup olmadıklarını sordum; olumlu cevap verdikleri takdirde bu yüzden alabilecekleri cezayı hatırlatırken, bir iki kez daha aynı soruyu tekrarlıyorum. Aynı cevapta ısrar ettikleri takdirde cezanın kesilmesini buyuruyorum; çünkü kabul ettikleri suç ne olursa olsun, böyle bir inat ve ısrar böyle bir cezayı hak eder (...) Onlar tek suçlarının şu aşağıdakiler olduğunu beyan etmektedirler: Şafak sökmeden haftanın belirli bir gününde düzenli olarak bir araya gelerek Tanrı saydıkları Mesih’e ilahiler söylüyorlar ve hırsızlıktan, zinadan vb. gibi şeylerden uzak duracaklarına ant içiyorlar (...) Bu, kuşkulanmama sebep oldu ve beni arkasındaki gerçekleri araştırmaya itti. Böylece diyakoz unvanı taşıyan iki kadın köleye işkence yapmalarını emrettim. Tek bulabildiğim son derecede sapkın bir tarikat oldu...’’ (Mektuplar X, 96-97)

Genç Plinius’un raporunda ilginç bir detay göze çarpar. Bu rapora göre, ilk kilisedeki Hristiyanlar belirli bir günde –muhtemelen Rab’lerinin dirildiği gün olan haftanın ilk günü- bir araya geliyorlar ve ilahi söylüyorlardı. Peki, bu ilahi(ler)in içeriği neydi? Bu rapora göre Tanrı saydıkları Mesih’e ilahiler söylüyorlardı. Bu gerçekten heyecan verici bir bilgidir. Peki, acaba bundan daha fazlasına sahip miyiz? Siz de hiç benim gibi ilk kilisede söylenen ilahileri merak ettiniz mi? Acaba bu ilahilerden elimize ulaşan hiçbir metin var mı? Akademisyenler bu noktada heyecan verici bazı fikirler sunmaktadırlar. Yeni Antlaşma uzmanlarına göre ilk kilisede söylenen ilahilerin bazıları elçilerin yazdığı mektupların içinde alıntılanarak elimize ulaşmıştır.

Ben de kısaca ilk kiliseden elimize ulaşan eski bir ezgiden bahsetmek istiyorum; bundan yaklaşık yirmi asır önce söylenen çok eski bir ilahiden. ‘Carmen Christi’ yani ‘Tanrı olarak Mesih’e övgü’ olarak adlandırılan ve ilk kilise içerisinde Noel’in en derin anlamını da içerisinde barındıran bir ilahidir bu. İlahinin sözleri şöyledir:

Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde,
Tanrı'ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı.
Ama kul özünü alıp insan benzeyişinde doğarak ululuğunu bir yana bıraktı.
İnsan biçimine bürünmüş olarak ölüme,
Çarmıh üzerinde ölüme bile boyun eğip kendini alçalttı.
Bunun için de Tanrı O'nu pek çok yükseltti ve
O'na her adın üstünde olan adı bağışladı.
Öyle ki, İsa'nın adı anıldığında gökteki, yerdeki ve yer altındakilerin hepsi diz çöksün ve her dil, Baba Tanrı'nın yüceltilmesi için İsa Mesih'in Rab olduğunu açıkça söylesin.

Bu sözler kulağa biraz tanıdık geliyor değil mi? Evet, bu sözler Filipi’deki kiliseye yazılan mektubun içerisinde bulunmaktadır.[ii]

Yeni Antlaşma uzmanı ve Erken Dönem Kilise tarihçisi olan Prof. Larry Hurtado bu pasaj ile ilgili olarak önemli bazı noktalara değinmektedir. Ona göre bu alıntıda Elçi Pavlus detaylı açıklamalar yapmamaktadır. Aslında hiçbir giriş ya da okuyucuları için bir açıklama yapmaksızın bu ifadeleri kullanır. Bu tarihsel açıdan önemlidir. Çünkü bu şu anlama gelir: İlk Kilise döngüsünde İsa’ya ilişkin olan bu pasaj hâlihazırda yeterli ölçüde kilise(ler) tarafından bilinmektedir. Elçi Pavlus İsa’nın ezeli doğasına ve konumuna ve eylemlerine ilişkin bu önemli ezgisel ifadeleri açıklama ya da tanıtma ihtiyacı duymamaktadır.[iii] Bu ilahinin sözlerini dikkatle okumaya ve incelemeye başladığımızda ne kadar derin bir anlamı ve arka planı olduğunu görürüz. Bu ezginin öncesine ve sonrasına baktığımızda Pavlus’un kilisedeki kardeşleri birlik olma konusunda ve birbirlerine karşı alçakgönüllü bir şekilde yaklaşma konusunda teşvik ederken, Mesih İsa’nın eylemlerine vurgu yaparak onlara bu konuda mükemmel bir örnek sunarak der ki ‘Mesih İsa’daki düşünce sizde de olsun’ (5. Ayet). Mesih bu konuda nasıl bir düşünceye sahipti? Nasıl bir örnekti?

Eğer alçalmaktan bahsediyorsak o zaman doğal olarak iki şeye dikkat ederiz. Eğer bir kişi kendisini alçaltıyorsa, birincisi hâlihazırda bir şeye ya da konuma sahiptir. İkincisi ise buna sahip olmasına karşın bir amaç uğruna bazı ayrıcalıklarından ya da konumundan feragat etmeyi tercih etmektedir. Ezgi ‘Tanrı özüne sahip olduğu halde…’ derken, işte tam bu noktada Mesih’in hali hazırda ezelden beri var olduğu konumu bize açıklamaktadır. Bu sözlerde, Mesih’in ezelde Tanrı olduğunu, tanrısal doğaya sahip olduğunu vurgulamaktadır. İngiliz teolog ve düşünür Dr. Michael Green bu sözlerdeki güçlü anlamın daha iyi anlaşılabilmesi için kullanılan ortaç’a vurgu yaparak şöyle der: ‘Grekçe’de ‘olmak’ ortacı için kullanılan iki kelime vardır. Daha zayıf bir anlama sahip olanı ‘ōn’ ve daha güçlü bir anlama sahip olanı ise ‘huparchō’dır. Pavlus burada güçlü olanı, başlangıçtan beri var olan anlamına gelen huparchō sözcüğünü kullanmaktadır. Ayrıca yine aynı şekilde Türkçeye ‘öz’ olarak çevrilen sözcükte de Pavlus güçlü olan Grekçe sözcüğü seçmektedir.[iv] Mesih’in tanrılığına ilişkin bu açıklama hem erken Kristoloji (Mesih Bilimi) hem de Roma kaynakları ile uyumlu bir açıklama sunması açısından çok büyük bir öneme sahiptir.

Elçilerin İşleri kitabında verilen bilgileri Romalı kaynaklar ile karşılaştırdığımızda Pavlus’un mektuplarını hangi zaman dilimi içerisinde yazdığını büyük bir güvenirlilikle kestirebiliriz. Muhtemelen Pavlus’un Filipi’deki kiliseye yazdığı bu mektup M.S. 61-62 yıllarına denk gelmektedir. Bu da bize şunu gösterir ki kilise(ler)de bilinmekte ve söylenmekte olan bu ezginin ortaya çıkışı çok daha eski bir zamana denk gelmektedir. Kısacası ilk kilise içerisinde bilinen bu ezgide ilk Hristiyanların İsa’yı Tanrı olarak gördükleri ve ona bu şekilde ilahiler söyledikleri görülmektedir. Bu da Mesih İsa’nın tanrılığının ilk olarak İznik Konsili’nde ortaya konduğunu ya da ilk kilisedeki Hristiyanların Mesih’i Tanrı olarak görmediklerini söyleyenlerin iddialarının aslında gerçeği yansıtmadığını açık bir şekilde göstermektedir. Bu tür bir inanç ‘aslan kaç paraparapom’ diyerek aslanın kaçacağının varsayılması kadar absürttür.

Alçakgönüllülük örneği olarak verilen örnekte Mesih’in Tanrı özüne sahip olduğu halde ‘Kul özü alıp aramıza geldiği’ ifade edilir. Öz (Grekçe morphē) için kullanılan aynı ifade, burada bir karşıtlığı göstermek üzere yeniden kullanılmıştır. Ezgi bize Mesih’in nasıl kul özü alıp aramıza geldiğini de vurgular ve der ki ‘Mesih, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı ama ululuğunu bir yana bıraktı…’ Burada iki önemli vurgu vardır. Birincisi Mesih, ‘Tanrı olduğu halde Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı’ denir. Bir başka deyişle tanrısal niteliklerini ve ayrıcalıklarını kendi avantajı için kullanmamayı seçmiştir. İkincisi ise, ‘ululuğunu bir yana bırakmak’ ile tanrısal yüce görkeminden soyunup bizim gibi olmak ve bizim suçlarımıza karşılık kendini sunmak ve kefaret etmek için kul özü alıp insan benzeyişinde doğarak aramıza gelmiştir.

Bazıları burada kullanılan ‘kenosis’ sözcüğüne vurgu yaparak Mesih’in kul özü almak için tanrısal niteliklerini bıraktığını söylemektedirler. Fakat bu hem teolojik açıdan, hem mantıksal açından, hem de burada alıntılanan metnin bağlamında saçma bir fikirdir. Çünkü tanrısal niteliklerini bırakan bir tanrı artık tanrı olmayacaktır. Böyle bir yaklaşım bir tür putperest tanrı fikrini yansıtmaktadır. Kenosis sözcüğünün dilimize birebir çevirisi ‘boş kılmak’tır. Eski Çeviri de bu ayeti ‘kendisini boş kıldı’ şeklinde çevirir. Fakat bu ‘boş kılma’ ne anlama gelmektedir? Bu noktada İncil’in günümüz çevirisinin ‘ululuğunu bir yana bırakarak’ ifadesiyle anlamı daha anlaşılır bir şekilde açıklamaktadır. Protestan Reformunun öncülerinden olan John Calvin’in dediği gibi ‘‘Mesih kesinlikle Tanrı olmaktan vazgeçmedi; ama bir süreliğine gizli tuttu… İnsanların önünde yüceliğini bir yana bıraktı ama onu azaltarak değil gizleyerek.’’[v] Mesih Tanrı’nın özüne sahip iken tanrısal yüceliğini bir kenara bırakarak aramıza geliyor. Basit bir insan gibi…

Noel bayramının özünü anlatan bundan daha olağanüstü bir ezgi olabilir mi? Bu kadar derin bir ilahiyatı içerisinde barındıran kaç tane Noel ezgimiz var acaba? Bu soruyu kendime sormadan da edemiyorum açıkçası.

İlk kilisede imanlılar Mesih’in tanrılığını vurgulayan bu ezgiyi söylerken aynı zamanda O’nun bir insan benzeyişinde aramıza gelişini de kutluyorlardı. Elçi Yuhanna’nın Kutsal Ruh aracılığıyla esinlenerek söylediği gibi,

Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı'yla birlikteydi ve Söz Tanrı'ydı. Başlangıçta O, Tanrı'yla birlikteydi. Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı… Söz, insan olup aramızda yaşadı. O'nun yüceliğini Baba'dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul'un yüceliğini gördük.[vi]

Tanrı’nın aramıza gelmesi ve bizimle birlikte olması ne kadar olağanüstü bir haberdir! Bu aslında o kadar olağanüstü bir olaydır ki kimi teistler için bu inanılması güç bir mucize olup, onları ‘mucizeler imkânsızdır’ diyen bir ateist gibi şüpheci bir tavır sergilemeye zorlamaktadır. Bu gerçekten olağanüstü ama aynı zamanda iyi bir haberdir! Her şeyin yaratıcısı olan Tanrı seni ve beni o kadar çok seviyor ve önemsiyordur ki bu karanlık dünyada bizi bize bırakmak yerine bize ışık ve kurtuluş olmak için aramıza geliyor. Fakat o dönemde yaşayan Yahudi din adamları kendi Tanrı tasvirleri ile bunu örtüştüremediklerinden Tanrı’nın onları ziyaret ettiğini fark edememişlerdir. Alçakgönüllü bir Tanrı onların sözlüklerinde yer almaz. Bu yüzden ne kadar acı bir durum ki peygamberlerin sözlerini araştıran, çalışan ve el üstünde tutan bu kişiler, yine peygamberlerin önceden bildirdikleri Mesih geldiğinde O’nu tanımamışlardır. Burada bizim için büyük bir ders vardır. Acaba bizler yardımımıza gelen Kurtarıcıyı ve O’nun gerçek kimliğini tanıyor muyuz?

Noel ezgilerini söylerken şunu hatırlayabiliriz; Tanrı bize şah damarımızdan daha yakın olmak ister. Bunun için hayatlarımızda doğmak ve bizimle birlikte olmak için can atar. İki bin yıl önce bunun için gelmiştir. Çünkü O’nun adı İmmanuel’dir…

Mutlu Noeller! Kurtarıcımız doğdu!


DİPNOTLAR:

[1] Melekler Kulak Verin, İlahi Numarası 345, Tanrı’yı Yüceltelim, Yeni Yaşam Yayınları.

[i] https://earlychurchhistory.org/arts/oldest-known-christian-hymn/

[ii] Filipililer 2:6-11

[iii] Larry Hurtado, How on Earth Did Jesus Become God?

[iv] Michael Green, Lies Lies Lies, Inter-Vasity Press, s. 137-138.

[v] John Calvin, Commentary on Letter to Phillipians.

[vi] Yuhanna 1:1-3, 14

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

%100 Hatalı: Kristolojik Bir Korkuluk

Hristiyanlık eleştirisi söz konusu olunca ülkemizde dile getirilen belirli türden ezber bazı itirazlar var. Maalesef bu itirazların büyük çoğunluğu korkuluk hatasından (straw-man fallacy) muzdarip olmaktan öteye geçemeyen türden eleştiriler oluyor. Bunlardan bir tanesini sizinle birlikte tartışmak istiyorum. Bu itiraz Kristoloji, yani İsa Mesih’e ilişkin doktrin/öğreti konusunda dile getirilen bir eleştiridir. Aslında hepiniz belki duymuşsunuzdur: “İsa %100 Tanrı ve %100 insan olamaz. Bu en basit matematik veya mantık kurallarına aykırı!” Peki bu itiraz neden korkuluk hatasından muzdariptir? Bunun en açık sebebi Hristiyanlık tarihindeki doktrinsel açıklamalara baktığımızda, yani Hristiyanlar açısından önem arz eden bildirilere baktığımızda, böyle bir ifadenin kullanılmadığını görüyor oluşumuzdur. Söz gelimi meşhur Ekümenik Konsilleri dikkatle inceleyecek olursanız %100 ifadesini görmezsiniz. Örneğin İsa’nın tabiatını tartışan Kadıköy Konsili’ndeki ifadelere bakalım… Biz … ikrar ederiz

Kutsal Kitap, Genç Dünya Yaklaşımı ve Evrenin Yaşı

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı” Yaratılış 1:1 ‘‘Sonuç olarak, hiç kimse, hayale kapılıp kendini bilmez bir şekilde, Tanrı Sözü Kitabı’nın ve Tanrı’nın İşleri Kitabı’nın kutsallığını ve felsefesini tam olarak anlayabileceğini düşünüp savunmasın; bunun yerine, iki alanda da bitmek bilmeyen bir kendini geliştirme çabasına girişsin.’’ Francis BACON XX. yüzyıla gelene kadar birçokları tarafından materyalist felsefenin bir uzantısı olarak evrenin bir başlangıcı ve sonu olmadığı düşünülüyordu. Materyalist felsefeye göre, sadece ve sadece madde gerçekti. Madde dışında hiçbir şey yoktu ve madde ezeli ve ebediydi. XX. yüzyılın önemli düşünürlerinden Bertrand Russell ‘İşte evren, karşımızda duruyor ve hepsi bu!’ derken aslında anlatmak istediği tam olarak buydu. Materyalist felsefenin bir yan ürünü olarak önerilen evren modelinde, evren statik halde varlığını sürdüren bir yapıydı. Sonsuz evren modeli varlığını  Big Bang  yani Büyük Patlama teorisinin ortaya konmasına kadar sürdürdü. Faka

Eski Antlaşma’da Üçüncü Günde Diriliş

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek ; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24:44–47)  Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. (1. Korintliler 15:3–4) Yukarıda görülen iki metin de Elçi Pavlus ve Rab İsa’nın kendisi Kutsal Yazılar’ın/Eski Antlaşma’nın üçüncü günde dirilişe tanıklık ettiğini söylemektedir. Müjdeler’deki diriliş anlatıları İsa’nın gerçek anlamda üçüncü günde dirildiğini doğrulamaktadır (Mat.28:6–7; Mar.16:9; Luk.24:6–7). Peki, Kutsal Yazılar’da üçüncü gün dirili