Ana içeriğe atla

Bi durmalı, durmalı ve düşünmeli…

Hayatın hızlı akışı içerisinde çoğu zaman kendimizi bu akışa kaptırmış bir halde buluyoruz. Söz gelimi tek parmağınızla hızlı bir şekilde değiştirdiğiniz Instagram hikayelerini veya Reels videolarını görüntülerken sürekli yenileri önünüze düşüyor. Birisinden diğerine… ve bir de bakmışsınız saatler geçmiş gitmiş. Bazen hayatın kendisi de bir bakmışsınız böyle akıp geçmiş oluyor. Aslında bu günümüz fastfood kültürünün bizi adapte etmek istediği yaşam formudur. Peki, neden? Çünkü hayatın akışı içerisinde durmaksızın devam edersek yönlendirilmek adına muhteşem bir aday olmuş oluruz. Sosyal medya ve dijital platformlar bizleri istediği gibi yönlendirilebilir; farkında olmadığımız şekilde ihtiyaç hiyerarşimizi belirleyebilirler.

Şimdi gelelim daha önemli ve esas meseleye… Adapte edilmek istediğimiz ve bizi pasifleştiren bu sistemin ilginç bir püf noktası var: Hareket halinde olmamız. Bu, çağımızın bir illüzyon numarasıdır. Bizi sürekli meşgul eden bir şeyler çıkar karşımıza. Bu tıpkı bir illüzyonistin izleyici kitlesini konu dışı başka şeylerle meşgul etmesi gibidir, ki hile deşifre olmasın. Zihnimiz sürekli meşgul edilir, çünkü bir şey vardır ki çok istenmez: düşünmemiz. Üniversiteden bir hocamın derslerinde tekrar ettiği bir şey vardı: durmak önemlidir. Hayatın hızlı bir şekilde akıp gittiği bu sistem durmamızı istemez; çünkü düşünmemizi istemez. Durmak ve düşünmek arasında ilginç bir ilişki vardır. Düşünmeniz için durmanız gerekir. Düşünmek önemlidir, dolayısıyla durmak da önemlidir. Durup düşünmek, olaylar arasındaki neden-sonuç ilişkilerini incelemek, çevremizde olan şeyleri etüt etmek, (bir Hristiyan olarak) Tanrı’nın bizden istediklerini anlamaya çalışmak…

Bir örnek üzerinden düşünelim. Belirli bir alan hakkında sürekli olarak kitaplar okuyor olalım. Söz gelimi, dindar bir kişi için teoloji kitapları olsun bu. Kendi başına burada bir sıkıntı yoktur. Fakat durmaksızın kitapları okumaya başladığımızda kitapların bize anlattığı şeyleri sadece hafızamıza depolarız, fakat oradan öğrenme işini gerçekleştiremeyiz. Çünkü öğrenme doğası gereği düşünmeyi gerektirir. Bazı uzmanlar Platon'un çeşitli felsefi meseleleri düz metin yazmak yerine diyaloglar üzerinden tartışmasının başlıca nedenlerinden biri olarak bu noktaya işaret ederler.

İlginçtir ki ünlü Hristiyan düşünür Dallas Willard da Mesih İsa’nın insanlara belirli teolojik doktrinleri empoze etmek yerine onların idrak edip öğrenmelerini sağlayacak şekilde öğrettiğinden bahseder. Bunun sebebi açıktır: “Kendi iradesi dışında ikna edilen bir adam hala aynı görüştedir.” Willard, Nasıralı İsa’nın bu durumun farkında olarak insanlara hazır paket bilgiler yüklemek yerine “evraka” anları yaşayabilecekleri şekilde onlara öğrettiğini öne sürer; zira “anlayış dışarıdan değil yalnızca içeriden elde edilir.”[1]

Velhasılıkelam bir Hristiyan olarak Kutsal Kitap’ın dediklerini ciddiye alıyorsak, tıpkı Mezmur yazarlarının bıraktığı eslerde (Sela) olduğu gibi, hayat içerisinde zaman zaman durmamız ve olup bitenleri tahlil etmemiz gerekir. Hepimizin bildiği meşhur ayetler bu konuda bize bir şeyler anlatmaya çalışır. Romalılar 12’de elçi Pavlus düşüncemizin yenilenmesinden bahseder. Düşüncemizin yenilenmesi durmayı gerektirir. Bu çağın gidişi derken ne kastedildiğini, Tanrı’nın iyi, beğenilir ve yetkin istediğinin ne olduğunu anlayabilmek için düşünmek ve düşünmek için de durmamız gerekir. Bir dakika! Aslında bu bizi başka bir durağa götürür: doğru soruları sormak. Doğru soruları sormak da dikkatli bir düşünme eylemi gerektirir. Görüyorsunuz, sağlıklı bir düşünce dünyasına sahip olmak her zaman bizi düşünme ve durmaya yönlendiriyor. O zaman bunu dikkate almalı ve durup düşünmelere zaman ayırmalıyız. Öyle ki bu dijital çağın gidişine kapılmak yerine hakikati önemseyen Tanrı çocukları olarak ayık ve uyanık olabilelim.

Dipnot:

[1] Dallas Willard, The Great Omission, HarperCollins, s. 183.Hola

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

%100 Hatalı: Kristolojik Bir Korkuluk

Hristiyanlık eleştirisi söz konusu olunca ülkemizde dile getirilen belirli türden ezber bazı itirazlar var. Maalesef bu itirazların büyük çoğunluğu korkuluk hatasından (straw-man fallacy) muzdarip olmaktan öteye geçemeyen türden eleştiriler oluyor. Bunlardan bir tanesini sizinle birlikte tartışmak istiyorum. Bu itiraz Kristoloji, yani İsa Mesih’e ilişkin doktrin/öğreti konusunda dile getirilen bir eleştiridir. Aslında hepiniz belki duymuşsunuzdur: “İsa %100 Tanrı ve %100 insan olamaz. Bu en basit matematik veya mantık kurallarına aykırı!” Peki bu itiraz neden korkuluk hatasından muzdariptir? Bunun en açık sebebi Hristiyanlık tarihindeki doktrinsel açıklamalara baktığımızda, yani Hristiyanlar açısından önem arz eden bildirilere baktığımızda, böyle bir ifadenin kullanılmadığını görüyor oluşumuzdur. Söz gelimi meşhur Ekümenik Konsilleri dikkatle inceleyecek olursanız %100 ifadesini görmezsiniz. Örneğin İsa’nın tabiatını tartışan Kadıköy Konsili’ndeki ifadelere bakalım… Biz … ikrar ederiz

Kutsal Kitap, Genç Dünya Yaklaşımı ve Evrenin Yaşı

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı” Yaratılış 1:1 ‘‘Sonuç olarak, hiç kimse, hayale kapılıp kendini bilmez bir şekilde, Tanrı Sözü Kitabı’nın ve Tanrı’nın İşleri Kitabı’nın kutsallığını ve felsefesini tam olarak anlayabileceğini düşünüp savunmasın; bunun yerine, iki alanda da bitmek bilmeyen bir kendini geliştirme çabasına girişsin.’’ Francis BACON XX. yüzyıla gelene kadar birçokları tarafından materyalist felsefenin bir uzantısı olarak evrenin bir başlangıcı ve sonu olmadığı düşünülüyordu. Materyalist felsefeye göre, sadece ve sadece madde gerçekti. Madde dışında hiçbir şey yoktu ve madde ezeli ve ebediydi. XX. yüzyılın önemli düşünürlerinden Bertrand Russell ‘İşte evren, karşımızda duruyor ve hepsi bu!’ derken aslında anlatmak istediği tam olarak buydu. Materyalist felsefenin bir yan ürünü olarak önerilen evren modelinde, evren statik halde varlığını sürdüren bir yapıydı. Sonsuz evren modeli varlığını  Big Bang  yani Büyük Patlama teorisinin ortaya konmasına kadar sürdürdü. Faka

Eski Antlaşma’da Üçüncü Günde Diriliş

Sonra onlara şöyle dedi: “Daha sizlerle birlikteyken, ‘Musa’nın Yasası’nda, peygamberlerin yazılarında ve Mezmurlar’da benimle ilgili yazılmış olanların tümünün gerçekleşmesi gerektir’ demiştim.” Bundan sonra Kutsal Yazılar’ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı. Onlara dedi ki, “Şöyle yazılmıştır: Mesih acı çekecek ve üçüncü gün ölümden dirilecek ; günahların bağışlanması için tövbe çağrısı da Yeruşalim’den başlayarak bütün uluslara O’nun adıyla duyurulacak. (Luka 24:44–47)  Aldığım bilgiyi size öncelikle ilettim: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. (1. Korintliler 15:3–4) Yukarıda görülen iki metin de Elçi Pavlus ve Rab İsa’nın kendisi Kutsal Yazılar’ın/Eski Antlaşma’nın üçüncü günde dirilişe tanıklık ettiğini söylemektedir. Müjdeler’deki diriliş anlatıları İsa’nın gerçek anlamda üçüncü günde dirildiğini doğrulamaktadır (Mat.28:6–7; Mar.16:9; Luk.24:6–7). Peki, Kutsal Yazılar’da üçüncü gün dirili